29 Haziran 2013 Cumartesi

Kısa...Kısa... / Hüsrev - Gayrettepe

Yıldız Posta Caddesi üzerinde, Esentepe ve Gayrettepe'nin çalışan ahalisini öğlen yemeklerinde ağırlamak üzere konuşlanmış birçok işletme vardır. Maci, Kebabi, Hüsrev bunlardan bazılarıdır. Aynı hat üzerinde ve biraz daha Mecidiyeköy tarafında yer alan Sini Köftecisi ve Bosphorus Brewing Company gibi mekanları daha önce yazmıştım. Sıra Hüsrev'e geldi sanırım. Bölgedeki diğer lokantalara konum olarak çok benzeyen Hüsrev'in orta büyüklükte bir dış mekanı ve şaşırtıcı bir hacimde -yani beklenmedik ölçüde büyük- bir iç mekanı mevcut. Ben birkaç defa gittim, hiç dışarıda oturma şansım olmadı. Her defasında iç salonda oturdum ve hep memnun kaldım. Menusü kalabalık değil. Birkaç tür et -köfte, kavurma, güveç, kuzu haşlama, tavuk ızgara-, sebze ve mercimek çorbası, zeytinyağlılar karşınıza çıkıyor sayfalarını karıştırdığınız zaman. Ama menünün yıldızı kuru fasülye. Benim gözlemim, insanlar buraya kuru fasülye yemeğe geliyorlar. Bu yemeği sevemeyenler, ya mekana gelmiyor, ya da nadiren diğer seçeneklerden sipariş ediyorlar. Her masada mutlaka kuru fasülye yendiğini görebilirsiniz burada. Bendeniz pilavüstü yedim en son gidişimde. Gerçekten çok lezzetliydi. Üstelik de hiç rahatsızlık hissetmedim yedikten sonra. Yanında getirdikleri turşu da ağızlara layıkti bana kalırsa. O bölgeden geçiyorsanız şiddetle tavsiye ederim. Hüsrev, eski ve ne yaptığını bilen, özenli ve süratli çalışan harika bir öğlen yemeği lokantası.

Yildiz Posta Cd. Dedeman Is Merkezi 
0212 347 42 10




28 Haziran 2013 Cuma

Kısa... Kısa... / Divan Pub - Erenköy

Çocukluğumun efsanelerini yazmayı seviyorum ben. Divan Pub da, sürekli usuma düşen böyle bir fikir işte. Seksenli seneleri düşündüğümde, Bağdat Caddesi'nde Kristal Büfe fenomeni dışında, bir de Divan Pub geliyor aklıma. O zamanın yeme içme kültüründe, bana kalırsa çok farklı bir yeri vardı bu lokantanın. Düşünün, hangi mutfağın ürünlerini sunduğunu asla bilemediğiniz, "ortaya karışık" yapan Kitchenette, Midpoint, Numnum, gibi yerlerin hiçbir yoktu o devirlerde. Her damağa hitap etme ve bunu ortalamanın üzerinde bir zevkle yapma hedefini koymuş bir tek Divan vardı Bağdat Caddesi'nde. Enfes domates çorbasını içmek, Pub ve Çamlıca salatalarını yemek, Schnitzel'ini mideye indirmek, onlu yaşlarda o kadar hoşuma giderdi ki, bugün bile belleğimin dehlizleri arasında, o senelerde yediğim lezzetlerin anıları capcanlı duruyor. Hafızam beni yanıltmıyorsa, Divan'a neredeyse iki haftada bir giderdik ailece. Yeri inanılmaz merkeziydi. Caddenin üzerinde, gelen geçeni izlemek için ideal bir konumdaydı. Tüm garsonlar tanıdıktı. Müşteri kitlesi sevimli ve kültürlüydü.Çok zaman geçti bunun üzerinden. Otuz senedir bu lokantaya gitmeyi sürdürdüm diyebilirim. Hala -bulabildiğim kadarıyla- aynı yemekleri yiyorum. Geçen zamanda İstanbul'da yemek kültürü çok ilerledi eski dönemlere göre. Divan'ın muadili gibi ortaya çıkan lokantalar kendilerini çok geliştirdiler ve ne yazık ki, Divan onların biraz gerisinde kaldı. Şimdilerde, tıpkı Kalamış Marina'daki şubesi  gibi daha ziyade"yerini satan" bir işletme haline geldi. Yine de, Divan Pub, asla terk edemeyeceğim bir alışkanlık olmayı sürdürecek gibi görünüyor.

Divan Pub
Erenköy Kantarcı Durağı arkası No:333/A 34728

Kısa...Kısa... / Sahan Vega - Ataşehir

Ataşehir'de, tam Trio konutlarının karşısına düşen coğrafyada karşınıza çıkar Sahan. Aslına bakarsanız, Bostancı tarafında, Caddebostan civarlarında, başka başka birçok yerde gitmişliğim vardır bu kebapçı zincirine. Ataşehir'deki mekan da, son senelerin trendlerine çok uygun olarak tasarlanmış bir "mega-kebapçı"dır. Bendeniz, hangarvari lokantalardan oldum olası nefret etmişimdir. Burası da aşağı yukarı o kategoriye girmektedir. 1500 kişilik bir kalabalığı barındırma kapasitesini gururla sunan, çocuklar için devasa bir oyun parkı sağlayan, havuzbaşı , açığı, kapalısı gibi birçok farklı "bölge"si olan bu işletme, bana kalırsa, insanların damağına ve ruhuna hitap eden yemek pişirme sanatına indirilmiş ağır bir darbedir. Kalabalık zamanlarda giderseniz, bırakın ne konuştuğunuzu, ne düşündüğünüzü bile duyamazsınız. Genelde hep kalabalıktır, büyüktür, anıtsaldır. Kendinizi asla özel hissetmediğiniz, size sürünün bir parçası olduğunuzu düşündüren bir "megalo" duruşu vardır bu lokantanın. Çalışanları olağanüstü gayretkeş ve güleryüzlüdür öte yandan. Garsonların koşuşturmasına diyecek en ufak bir sözümüz olmamıştır hiçbir vakit. Siparişler zamanına gelir, bilgi-görgü tamdır, yüzler hep güler. Yemekler klasik kebapçı görüntüsündedir. Ortalamanın biraz üzerinde bir lezzete sahip haydari, insanı pek pişman etmeyecek bir gavurdağı,hiç de fena olmayan bir zahter yiyebilirsiniz burada. Patlıcan salatası iyidir, şakşukası ise uzak durulması gereken bir meze olarak karşımıza dikilir. İçli köftesi haşlamadır ve insan bir defa Kaşıbeyaz'da bunu yedikten sonra, Sahan'da yemeye asla gönül indirmez, bana güvenin. Döneri lezzetli, kuzu şişi ortalama, çöp şişi ise bana kalırsa hayal kırıklığıdır. Hiç tatlı yemediğim için bu konuda yorum yapamayacağım. Ulaşım sadece araba ile sağlanabildiği için işletmenin kendisi gibi bir "mega otopark"ı mevcuttur. Bakkala bile arabayla giden kent insanı için çok sevindirici bir özellik olduğunu düşünüyorum bunun.Rezervasyon yaptırmanıza hiç gerek yok giderken, zira sizi oturtacak bir yeri mutlaka bulacaklardır. Görüşümü soracak olursanız, insan, Yüzevler, Adana Ocakbaşı, Zübeyir, Musa Usta, Develi Samatya gibi yerler varken neden Sahan'a gider, açıkçası bilemiyorum...

Sahan Vega Ataşehir
Barbaros Mh. Kardelen Sk.  No:18  Ataşehir / İstanbul 
0 (216) 315 36 36









26 Haziran 2013 Çarşamba

Giritli Restoran


Sıkıntılı, depresif, insanın üzerine üzerine gelen şu boğucu kent yaşamı içinde bir vaha arar bazen insan. Nadide bir değer, kendisini sorunlardan koruyacak bir sığınak, dünyanın dertlerini unutacağı bir siper arar yaşama karşı kişioğlu. Bilirsiniz, lokantaları bir bütün olarak ele alırım bendeniz. Harika bir yemek olup da servis berbat oldu mu, ya da süper garsonlar çalıştırıp, korkunç bir ambiyans yaratıldı mı, bu çelişkileri yazarım mutlaka. Çelişkiler önemlidir bu ülkede yaşıyorsanız. Bizi zenginleştirdiği, "bizi biz yaptığı", "doğu-batı sentezi" olmanın doğal sonucu olduğu söylenir bunların. Ama insan bazen çelişkisiz yaşamak ister. Sakin sakin, tam not vereceği, her açıdan kendisini tatmin edecek bir mekanın hayalini kurar. Siz de bilirsiniz, şöyle her gereksinime karşılık veren, mükemmel bir lokanta bulmak zordur bu şehirde. İlle de bir eksiği veya gediği, insanın gözüne batan bir sorunu ya da sıkıntısı vardır tüm işletmelerin.
 
Yazarlığın en büyük hatalarından birini yaparak, daha yazımın başında, aslında en sonunda vermem gereken mesajı ortaya döküyorum belki, ama elden gelen pek fazla bir şey yok sevgili dostlar. Giritli Restoran, yaşadığımız çevrede çok az karşımıza çıkan "dört dörtlük lokanta" fikrine bir örnek bana kalırsa. Bu işletme, doğal olarak her türlü övgüyü daha ilk satırdan hak ediyor. Pozitif, hep iyiyi görmeye çalışan, Polyannacı ve hatta yalaka bir şahıs olduğumu düşünenler bu yazıyı okumaya hiç zahmet etmesinler derim, zira son satırın son kelimesine kadar bu lokantanın ne kadar güzel olduğunu, yemeklerin lezzetini, ortamın harikuladeliğini ortaya döken ifadeler ve satırlarla karşılaşacaklar kendileri. Bana her gidişimde bu şekilde hissettiren bir lokanta için ne söylesem az, diye düşünüyor ve değerlendirmeme başlıyorum:

1- Ulaşım:

Giritli, Ahırkapı bölgesinde, Armada Otel'in hemen yanına düşen konumuyla ulaşımı son derece kolay bir mekan. Sahil yolundan geliyorsanız, Sultanahmet'e çıkar gibi sapacaksınız. Hatta anlayanlar için, "Dede Efendi" tabelasını görünce hemen sapın, sonra ilk soldan ilerleyin tam önüne çıkacaksınız, diyebilirim. Eğer Sultanahmet istikametinden geliyorsanız ise, sarayın önünden dümdüz sahil yoluna iner gibi ilerleyin, yolun sonuna geldiğinizde sağa sapın, zaten Giritli tabelalarını göreceksiniz, derim. Arabayla gelmeyi düşünenler için, sokakta vale hizmeti veriliyor. Yine de Giritli'ye geliyorsanız arabayla gelmeyin; ehliyeti bırakma riskini almayın sevgili dostlar.

2- Ortam:

Kış mevsimi gidildiğinde, 19. yüzyıldan kalma bir Sultanahmet evinde yiyorsunuz yemekleri. Şirin, dekorasyonu güzel, insana kendini iyi hissettiren bir ortam. Yine kış döneminde, sigara içmeyi isteyenler için bahçede bir ortam yaratılıyor artık. Eskiden bu yoktu, ilk defa bu kış rastladım. Yazın gelenler ise, bana kalırsa, buranın esas keyfini çıkarıyorlar. Son derece geniş, masaların birbiriyle iç içe olmadığı, hafif puslu bir aydınlatma ile ağır bir hava verilmiş, püfür püfür, enfes bir bahçesi var Giritli'nin. İlk defa deneyecekler için bahçede yemelerini şiddetle öneriyorum. Tahta masalar ve sandalyeler, bendenizin bayıldığı türden mavi-beyaz kareli masa örtüleri, masaların üzerini dolaşan sıra sıra ampuller, girişte soldaki biraz gizli saklı bar, harika bir atmosfer yaratıyor. Bahçeyi çevreleyen Bizans üslubunda örülmüş duvar bile, özel bir yerde yediğinizi göstermek için yeterli bana kalırsa.

3- Servis ve Sunum:

Öncelikle şunu belirtelim: Burada bir menüden yemek seçtiğiniz "a la carte" uygulaması mevcut değil. Giritli'ye giden pek çok kişinin buna verdiği ilk tepki olumlu değil gözlemlediğim kadarıyla. "Ne yani, istediğimi seçemeyecek miyim ben şimdi?" gibi bir tepki var. İnsanlar zamanla alışıyorlar buna. Özgürlükleri kısıtlanıyormuş gibi hissediyorlar başlangıçta. Pek çok konuda koyun gibi yaşamaktan hoşlanan memleketimiz insanı, nedense meyhaneye gittiğinde, kendisine hangi yemekleri yiyeceğinin söylenmesinden hiç haz etmiyor. Ama yapacak bir şey yok; burada usül böyle. Bilmemkaç çeşit soğuk meze insanın önüne diziliveriyor aniden. Zaten ne yiyeceğinizi şaşıyorsunuz. O kadar çok ki sayıları. O kadar güzel dolduruyorlar ki masanın dört bir köşesini. Aslında basit düşünmek lazım. Klasik bir meyhanede, seremoni gereği yemeğin en başında mezeleri seçtiğimiz tablanın ya da vitrinin sorgusuz sualsiz masaya döşendiğini hayal edin. İşte Giritli'nin sunum şekli bu. Hepsini yemek zorunda değilsiniz. Aslında hiçbirini yemeseniz de olur. Sonuçta ödeyeceğiniz fiyat aynı. Sadece seyir zevki için bile masayı donatıp orada öylece bekleyebilirsiniz. Servis ise, tam olması gerektiği gibi. Giritliye gittiğinizde, önce garsonların masayı donatmasını bekleyin, ardından herbir mezenin ismini teker teker saydırın. Ben buna "mezelerin içtimaya çıkması" diyorum. Çok hoşuma gidiyor. Servis gayet hızlı, garsonlar süratli, pozitif ve senelerdir aynı kişiler çalışıyor. Bu da hoşuma giden bir özelliği. Her masaya aynı yemekleri servis etmenin bir avantajı var kuşkusuz, fakat aynı anda aynı mezeleri aynı hızda servis etmek, bana kalırsa nerede olusanız olun, çok öne çıkan bir maharet.

4-Yemekler:

Nerden başlasam, nasıl anlatsam...Burada, sayılarını bilmediğim bir adette soğuk meze döşeniyor masaya. Bunların içinde zeytinyağlı yemekler ve Ege Bölgesi sofralarının kokusunu alıp bize getiren otlar mevcut. Otlar şöyle, -aynen web sitesinden aldığım gibi yazıyorum-
  • Radika
  • Vruvez (hardal otu)
  • Turp otu
  • Isırgan
  • Ebegümeci
  • Marata (arap saçı)
Bu otların bazıları buharda pişirilip, salata gibi, bazıları zeytinyağlı yemek şeklinde, bazıları da börek içinde sunuluyor. Giritlli'nin izni olursa, onlardan aldığım bir fotoğrafı da paylaşmak istiyorum sizlerle:



Öte yandan, tipik insanımız yaklaşımını duyar gibiyim. "Bu kadar ot delikanlı adamı bozar" diye. "Hepsinin tadı birbirine benziyor" diyenler de çıkabilir. Ben buna katılmıyorum. Otların lezzet nüanslarını anlamak için, delice tıkınmak yerine, azar azar, doymadan yemenizi ve biraz daha fazla çiğnemenizi öneriyorum.Arada ağzınızı su ile çalkalayıp bir sonraki mezenin tadına bakın. Bence farkı anlayacaksınız.

Yemeğin başında arpa şehriyesinden yapılma deniz mahsüllü pilav getiriyorlar. Tam benim damak zevkime uygun, iştah açıcı ve güzel bir süpriz. Bu yemeği, daha büyük miktarlarda yiyebilirim açık konuşmak gerekirse, fakat diğer yemeklere yer kalmaz o zaman. Enfes!

Kırma acımsı yeşil zeytinle yapılan Girit mezesi...Bodrum'daki Giritliler'in hazırladığına dair bir bilgi var Giritli'nin web sitesinde. İçinde keçi peyniri, sarımsak-ceviz, kurutulmuş dağ otları ve baharat mevcut. Nefis zeytinyağ ile servis ediliyor.

Bendenizin rüyasına giren balık pastırması...Somondan yapılıyor gördüğüm kadarıyla. Tadı o kadar güzel ki, bir dilip alıp, azıcık ekmek ile katıklayıp, bir yudum rakı ile ağızda dans ettirirseniz, Nirvana'ya ulaşma ihtimaliniz var bence.

Patlıcan salatası, fava ve tarama. Bu üçlü her meyhanede denediğim ve bana kalırsa "iyi" olmanın ölçülerini belirleyen öncemli göstergeler. Patlıcan salatasında közü hissediyor insan. Tadı çok güzel. En son gittiğimde biraz tuzladım, belirtmem lazım. Fava insanın ağzında dağılan ve lezzetini uzun süre koruyan bir tada sahip. Tarama ise kıvamında ve üst düzey. (Yine de Asmalı Cavit'inki bir numara!)

Börülcesi, pilakisi, kırımızı biberi, hepsi ağzılara layık bu arada...






Sıcak olarak nefis ahtapot ızgara, kalamar tava, taş fırından otlu pide getiriyorlar. Kalamarlar büyük büyük büyük, harika bir taratorla insanın damağını çatlatıyor adeta. Ahtapot bacağı ise çok güzel marine edilmiş, baharatlı, ne fazla sert, ne de yumuşak bir yemek. Pideye sözüm yok. Hemen karşımızda duran fırından dumanı tüte tüte masaya geliyor. İnsanın içi gidiyor yerken.

Ana yemek için balık seçenekleri var. Asma yaprağında sardalya ve levrek yedim ben en son. Fakat şunu söylemeliyim: Ana yemeğe kadar insanın midesinde yer kalmıyor adeta. O yüzden çok yiyemedim hiçbir gidişimde.

Fiyat en son defa 115 TL idi. Evet pahalı gibi duruyor, ama ne saçmalıklara nasıl fiyatlar ödediğimiz düşünülürse bence yenen yemeğin bedeli çok normal.

Sevgili dostlar, Giritli'ye gitmediyseniz, o zaman ne işiniz var bu şehirde? diyerek sözlerimi bitiyorum.

Afiyetler olsun!

Giritli Restoran

Keresteci Hakkı Sokak (Armada Otel Yanı)
Cankurtaran / Ahırkapı / İstanbul
Web: www.giritlirestoran.com
Tel: 0212 458 22 70
Faks: 0212 518 50 60


11 Haziran 2013 Salı

Kısa... Kısa... / Ataköy Şark Sofrası

Senelerce önce birkaç defa uğradığım, kebap ve lahmacunlarını severek yediğim bu mekan bu sene yine karşıma çıktı sevgili dostlar. Her zaman aynı şeyi söylerim ben. Ne varsa mahalle arasına sıkışmış, normal şartlarda dışarıdan çok fazla görünmeyen ve dışarından gelenlerin pek de fazla bilmediği yerlerde var diye. Ataköy 5. Kısım'ın eskimiş çarşısının göbeğinde tuhaf bir vaha edasıyla dikilmiş bu lokanta, çevre sakinlerinin çok iyi bildikleri ve hiç boş bırakmadıkları, yemekleri de hayli hoş bir mekan bana kalırsa. Zengin soğuk meze seçkisi içinde patlıcan salatası, haydari gibi güzelliklerin yanı sıra, her kebapçıda artık önünüze gelen içli köfte, fındık lahmacun burada da mevcut. Kebabı ortalamanın üzerinde bir lezzete sahip. Doluluk oranı yüksek. Servisi yeterli süratte. Akşamları boş masa bulamayacağınız söylenebilir. Yolunuz Ataköy 5. Kısım'a düşerse keyifle vakit geçirebileceğiniz bu lokantayı tavsiye ediyorum.Bana çocukluğumun kebapçılarını anımsattı ve çok hoşuma gitti. Sizleri de mutlu edecektir.





Ataköy 5. Kısım Giney Çarşısı No:56
Bakırköy
İSTANBUL
34000
TÜRKİYE

info@atakoysarksofrasi.com.tr

(0212) 559 71 73 - 560 05 93 - 661 34 24

(0212) 661 33 62
http://www.atakoysarksofrasi.com.tr

10 Haziran 2013 Pazartesi

İstanbuldere Alabalık Evi

İnsan bazen uzaklara kaçmak ister. Bu his herkesin içine zaman zaman yerleşmiştir, eminim. Her büyük şehir insanı bunaldığı anlarda uzak bir yerlere gidip kafayı dinlemenin düşünü kurar. Bu bazen deniz kıyısında Robensonvari bir sakinlik, bazen de orman içinde sincapları seyredip oturmak gibi bir hayaldir. Biraz "çekip gideceğim buralardan" edebiyatı koksa da, hepimiz, zaman zaman asla gerçekleştiremeyeceğimiz bu planlardan söz açar, çevremizdeki kişilere, emekli olduğumuzda taşınacağımız o "sahil kasabası"ndan bahsederiz. Çünkü kent hayatı, bitmek bilmeyen koşuşturması, insanı her daim bunaltan rekabetçiliği, yapılması ve edilmesi gereken angaryaları ve insanın sırtına biniveren sorumluluklarıyla bizi depresyona sürükler. Bununla savaşmanın muhtelif yolları vardır. Bazı zevat kendini playstation oynamaya verir, kimisi alkolle sıkıntılarını bastırır, çoğu insan sporla ya da değişik hobilerle yaşadığı kentin saçmalıklarını, trafiğini, bağırış çağırışını, korkunç para kazanma baskını unutmaya çabalar. Bana kalırsa, bütün bunlar içinde en geçerli yollardan birisi, kişinin, yaşadığı şehrin yakınlarında bulunan ve doğası gelişmiş yerlere kaçarak, en azından kısa süreler için kendini yenilemesi ve yeşille başbaşa kalabilmesidir. Bu yöntem, az da olsa bir rahatlama sağlayacak, tabir doğruysa, insanın "kafasını bir süreliğine sıfırlayacak"tır.

Bu yazının konusu da, işte ziyaret eden herkeste bu rahatlamayı ve huzuru sağlayacak bir mekan olan İstanbuldere Alabalık Evi sevgili okurlar. Sapanca'da yer alan mekana ulaşım hayli kolay. Arabayla gidiyorsanız TEM'deki Sapanca çıkışından girmeniz ve çıkıştan hemen sonra karşınıza çıkan ve mekana işaret eden tabelaları takip etmeniz yeterli. 4-5 kilometrelik bir tırmanıştan sonra İstanbuldere'yi karşınızda bulacaksınız.























İçinde küçük bir şelale, sürekli her yandan akan su, çok geniş bir alana yayılmış devasa ağaçların arasına yerleştirilmiş piknik masaları, binbir türlü çiçek ve yeşilin cirit attığı bu mekana ilk girdiğinizde başınıza ne geldiğini hemen anlamayıp biraz afallayacaksınız, garanti ediyorum. Sonra, yavaş yavaş gözleriniz etrafta olup bitene alıştığında, adeta cenneti andıran bir yere geldiğinizi görüp büyük bir sarhoşluk yaşayacaksınız. Unutmayın, fazla yeşil ve oksijen, kent insanını sarhoş eder. Kendinizi toplamanız biraz vakit alacaktır.

Çok geniş bir alan yayılmış olan işletmede servis vermek hayli güç. Buna karşın dört bir yanda koşturan garsonlar bir dediğinizi iki etmiyorlar. Hizmet kalitesinin yüksek olduğunu ve siparişlerinizin zamanında geldiğini vurgulamam gerekiyor. Mekana gittiğinizde ne demek istediğimi, burada istekleri karşılamanın ne kadar zor olduğunu gayet iyi anlayacaksınız sevgili dostlar.

Toplumun birçok farklı kesiminden gelen insanlardan oluşan renkli bir müşteri portföyü var İstanbuldere Alabalık Evi'nin. Ortak paydaları doğa ve yeşil olan bu renkli topluluğu bir arada görmek, bana ayrıca büyük bir keyif verdi diyebilirim rahatlıkla.

Masaya, siz istemeseniz de, yemek öncesi dilimlenmiş köy ekmeği eşliğinde bal kaymak getiriyorlar. Benden söylemesi, iştahınızı kapatıp mideyi doldurmamak için ölçülü tüketin. İnsan kendini kaptırıp yumuluveriyor hemen.





Çoktan seçmeli bir meze tabağı gelecek önünüze bundan sonra. Ağzınızın suyu akacak resmen. Patlıcan salatası, acılı ezme, haydari, yoğurtlu semizotu, kabak dolması, ciğer gibi pek çok rakı mezesi ile önünüzde arzı endam eyleyen bu tepsiden birkaç güzellik seçip tadına bakabilirsiniz. Bendeniz kendime engel olamayarak arnavut ciğeri yedim ve tadı hiç de fena değildi. Ayrıca bir de kocaman mevsim salatası sipariş edin mutlaka. Püfür püfür esen rüzgarın eşliğinde ve ağaçların altında çok iyi gidiyor bu salata, benden söylemesi. Ve tabii ki, tıpkı benim yaptığım gibi, buz gibi bir bira açıtırın. Hayatınızda içtiğiniz hiçbir bira, -bana güvenin-, bu kadar iyi, rahatlatıcı ve soğuk gelmeyecek. Mutlu olacaksınız.



Ardından sıra sıcaklara gelecek sevgili dostlar. Ben güveç dolu bir gün geçirdim lokantada. Size de önerim aynen budur. Güveçte kaşar peynirli mantar, tereyağında karides ve ana yemek olarak da domates soslu alabalık yedim. İnanın bana, alabalık gibi hiç sevmediğim ve bence pek de lezzeti olmayan bir balık bile ağzımda eşşiz tatlar yarattı. Bana sorarsanız, yukarıda saydığım üçlü, soğuk bira eşliğinde mükemmel gidiyor.  Siz de bunu deneyin derim.






Sonuçta, İstanbul'un bu kadar yakınında ve İstanbul'dan bu kadar farklı bir ortamda bulunmak bana çok büyük bir keyif verdi.Sinirimi bozan pek çok şeyi unuttum tamamen. Sizlere de önerim, İstanbuldere'yi acilen ziyaret edip, gündelik hayatın rahatsızlıklarını en azından kısa bir süre için unutmanız.

Erdemli köyü, Sapanca/SAKARYA   
Telefon: 02645826739