17 Eylül 2012 Pazartesi

Üçüncü Viyana Kuşatması - II

Şehirlerin ruhları, kendilerine özgü davranış ve sesleri vardır. Çoğu kez, yüzyıllar boyunca büyüyüp yeşermiş bu davranış ve seslerin içinde dolaşırsınız hayret ederek. İnsanı eski bir dost gibi kucaklayan sokaklarında gezinirken, binalarının tanıdık yüzlerine bakarken, açık kapılarından sızan gürültülerin tuhaf öykülerini dinlerken anlar kişi bunu. Kentler yaşayan, nefes alıp veren, sürekli bir yönden diğerine devinen devasa yaratıklardır.. Anlatacak öyküleri, dışa vuracak duyguları, çoğu zaman da sokaklarında dolaşanlara sunacak yüklü tarihleri vardır. Bunu almayı, anlamayı, duyup yaşamayı bilenlere ise o şehirlerin keyfini çıkarmak düşer.

Sözgelimi Roma bir kadındır; sevişmek, sevilmek ve okşanmak ister. Bazen birkaç duygu yüklü kelime ile yumuşak yumuşak girersiniz koynuna, bazen de hayvansal bir çiftleşme dürtüsüyle yatakta bulursunuz kendinizi. Roma sevişmeye çağırır sizi. Bu sebepten ötürü sokaklarında öpüşen, kuytu köşelerinde alt alta üst üste bedenlerinin keyfini çıkaran bir sürü insan görürsünüz.

Paris'in cinsiyeti ise anlaşılamaz, ama niyeti ortadadır. Paris aşık olmak ister. Bu şehrin asırlık binalarının taş yüzlerinde arsız bir aşk çağrısı vardır her zaman. Taş bir köprünün üzerinden geçerken, heybetli çiçek bahçelerinde dolaşırken, bulvarlardaki kahvelerde insanın içini ısıtan kahveleri içerken hep aşık olmak ister insan. Çoşku ve hedonist bir zevk girdabı içinde sevmek ve sevilmek ister.

Londra karanlıktır ve kesinlikle erkektir. Bugünlerde "multitasking" denilen, aynı anda pek çok işin altından kalkabilme yeteneğine sahip, kaotik bir uyumdan kuvvet alan, sürekli koşan, yorulmayan, zaman zaman debelense de hep dimdik duran bir adamdır o. Kurşun gri sokaklarında dolaşırken sizi elinizden tutar, tüm o hengame içinde hedefinize ulaştırır ve asla uyumaz, uyutmaz.

Evet dostum, peki ya yazının konusu Viyana kimdir o zaman? Sorunun cevabı çok açık. Yaşı biraz geçkin, hafif de yorulmuş, fakat her daim kendini yenileme yeteneğine sahip bir kadındır Viyana. İnsanın  onu bilmesi, anlaması, kollarına alması ve kandırması çok güçtür, zira deneyimleri ona insanoğluna kanmamayı öğretmiştir. Bu yüzden hüzünlüdür biraz. Lakin iyi bir şeylerin olacağına inanan ve iyimserliğini de koruyan bir yanı da vardır. O zaman anahtar tamlama şu olmalıdır :

"Romantik bir hüzün..."

Viyana sokaklarında dolaşırken bunu düşünüyorsun işte. Bu yaşlı imparatorluk başkentinde romantik bir hüzün kaplamış her köşebaşını. Bunun içinde iyimser bir sevgi ve aynı zamanda örselenmiş bir ruh mevcut.

İki defa iş güç için gitmiş ve tam bir turist gibi gezmiş de olsan, aslında bu kenti ziyaret edeceklere tavsiyen, amaçsızca, bir hedefleri olmadan, bir yere koşmadan, yetişme baskısında kalmadan, yanlarına aşık oldukları adam/kadını alarak, bu kentin sokaklarında yürümeleridir.

Mevsim fark etmeyecektir. Yanınızdaki kişinin elini tutun ve asla bırakmayın bu şehirde. Her köşebaşında öpün onu.Viyana sizden bunu beklemektedir.

Bu düşüncelerle, hüznünü katmerleyen yağmurlu bir havada dolanıyorsun sokaklarda. Belvedere Sarayı'nın ana kapısından girdikten sonra, aşağı ve yukarı Belvedere'i gezecek bir bilet alıyorsun. Her ikisini de gezmek lazım, ama esas olay yukarı Belvedere tarafında, zira Klimt sergisi bu yönde. Klimt hakkında uzun uzun konuşmak bu yazının konusu olmamalı sevgili dostum. Avusturya'nın en büyük sanatçılarıdan birisi ve Viyana'da hakkını vererek sergiliyorlar eserlerini. Burayı ziyaret edeceklere tavsiyen, mutlaka Klimt sergisini gezmeleri. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Gustav_Klimt) Bir de Fritz von Uhde (!) 'ye dikkat etsin gezecek insanlar. Kendi döneminin parlak bir sanatçısı olduğu her halinden belli bu adamın.



Lezzet durağı olarak da Plachutta'dan bahsetmek gerekir diye düşünüyorsun. Birden fazla şubesi olan, bazı Viyanalılar tarafından fast food mantığına yakın hizmet verdiği, fazla ticari olduğu, otantik niteliklerini kaybettiği için eleştirilen bir zincirin adı "Plachutta" . Sen burayı ziyaret ettiğinde olağanüstü memnun kaldığın, tadı damağında kalan Tafelspitz'i bugün bile anlatırken ağzın sulandığı için bu görüşlere katılmıyorsun. Plachutta müthiş bir yer. Ağustos ayında yaptığın ziyarette açık olan Wollzeile şubesine gittiğini belirtmen gerekiyor. Nussdorf ve Hietzing'de de birer lokanta olduğunu vurgulamak lazım.  İçeri girip oturduğunda kendini çok iyi hissediyorsun. Tertemiz, pırıl pırıl. Ahşap dekorasyon ve iç içe olmayan rahat masa düzeni mutluluk verici. Servis güleryüzlü, hızlı ve özenli. Viyana'ya gidecekler mutlaka Plachutta'ya uğramalı. Tek rahatsız edici yanı, belki İstanbul'daki bazı kebapçılarda olduğu gibi duvarlarında, mekan sahibinin "ünlüler" ile çektirdiği fotoğrafların olması. Bir de gidecek onlanlar şunu asla unutmasınlar, porsiyonlar çok büyük, çok doyurucu ve gerçekten enfes. O gün Plachutta'ya giderseniz başka bir öğün yemek zor olacaktır.




Mekanın favorisi Tafelspitz ise geleneksel Avusturya mutfağı yemeklerinden biri olarak karşısına çıkıyor insanın. Avusturya imparatoru Franz Joseph'in en sevdiği yemek olarak tarihe geçmiş bu lezzet. Basitçe ağır pişirilmiş dana eti olduğu söylenebilir. Hayvanın arka sırt tarafından elde ediliyor. Kök sebzelerle birlikte haşlanması sırasında salıverdiği suyundan et suyu çorbası yaparak yanında servis ediyorlar. Bu çorbanın içine erişte koyulması önerilebilir, tadı tamakta patlıyor adeta. Ispanak püresi, yabanturbu ile karıştırılmış krema ve kavrulmuş patates dilimleri de yanında sunulan ayrı lezzetler. Mutlaka yenmesi lazım.


Plachutta Wollzeile
1010 Wien, Wollzeile 38
Tel.: 01/512 15 77
Fax: 01/512 15 77 20

Saray bahsi açılınca Schönbrunn esas oğlandır Viyana'da. Tipik bir Avrupa sarayı olduğu söylenebilir bu ihtişamlı yapının. Birbinine açılan binlerce odası, devasa bahçesi, ağaçları, balkonları, labirenti andıran yapısıyla Schönbrunn'u gezmeden olmaz.



Sabah erken alıyorsun soluğu burada, zira sonradan çok kalabalık olacağını, kapıda kuyruklarda beklemenin sana pek tatsız geleceğini gayet iyi biliyorsun. Sarayın çok geniş olan ön avlusundan geçip içine girdiğinde, mecburen bir "guided tour" alarak kendini turun akışına bırakıyorsun. Ağırlıklı olarak Maria Theresia, Franz Joseph ve karısı Sisi'nin yaşamlarını anlatan bu gezinti seni ister istemez etkliyor, o zamanların saray hayatını düşlüyorsun. Pek de mutluluk verici görüntüler canlanmıyor gözlerinin önünde. İçinde nedense, sarayda yaşamanın çok sıkıcı olacağına dair bir izlenim peydahlanıyor bu gördüklerinden sonra.



Her neyse, yaşadığı dönemde dünyanın en güçlü kadınlarından birisi kabul edilen, Avusturya'da finansal ve eğitimsel reformları başlatan, ticareti ilerleten, tarımı geliştiren orduyu yeniden düzenleyen 18. yüzyıl Avrupa güç siyasetinde anahtar rol oynayan, gelmiş geçmiş en yetenekli hükümdarlardan biri olarak kabul edilen ve içlerinde Marie Antoinette ve II. Leopold'ün olduğu onaltı çocuk doğurmuş Maria Theresia'nın yaşam öyküsünü burada dinliyorsun.



Ardından, Avusturya tarihinin en uzun süre hüküm süren imparatoru Franz Joseph'in hayatı seriliyor gözlerinin önüne. I. Dünya savaşının çıkmasına sebep olmuş, Tafelspitz fanatiği bu imparatorun hayatını masa başında çalışarak geçirdiğini öğrenerek şaşırıyorsun. Tam anlamıyla bir işkolik olan Franz Joseph'in sabah beş gibi kalkıp masasına oturduğunu, onyedi saat çalışıp artık kafasını kaldıramayacağını anladığında yatağına gittiğini dinliyorsun tur sırasında.



Tabii Franz Joseph'in karısı efsanevi Sisi'yi de dinliyorsun bu gezintin sırasında. 1955 yılında Romy Schneider'in başrolünü oynadığı film geliyor aklına ister istemez. Franz Joseph'in hayatı boyunca sadık kaldığı bu anoreksik kadının zamane kadınlarından hayli uzun boylu olduğunu, saçlarının neredeyse dizkapaklarına gelecek kadar uzadığını, pek insan içine çıkmaktan hazzetmediğini, kocasıyla bile pek samimi bir hayatı olmadığını şaşırarak öğreniyorsun.

Bu güzel sarayın bahçesinde yürürken, nedense içinde yaşamış bu insanların mutsuz hayatları dolduruyor kafanı.

İkinci lezzet durağı ise bir klasik. Figlmüller... Viyana'ya giden her kişinin mutlaka tur kitaplarında yazanlara ya da eş dost tavsiyesine uyarak ziyaret ettiği bir lokanta. Nasıl mı bulacaksınız? Viyana'da kapısında kuyruklar olan bir yer görürseniz burası Figlmüller'dir. Bu denli basit yapmanız gereken.


Mekanın özelliği Viyana'nın en meşhur Schnitzel'ini sunuyor olması. Sen de söylenenlere uyup burada yemeği ihmal etmiyorsun. Çok sevdiğin bir arkadaşının deyişiyle yediğin Schnitzel "kafan kadar" neredeyse, tabağa sığmıyor ve tabak aldında görünmüyor. Lezzetine gelince, gerçekten pek güzel. İncecik, çıtır çıtır ve enfes. Ama nedense Pöschl'de yediğinden bir derece daha alt kalitede geliyor sana.


Viyana'ya  gideceklerin bilmesi gereken en önemli noktalardan birisi de bu. Gerçekten lezzetli ve kentin en meşhur Schnitzel'i burada yeniyor, ama en iyisi değil. Yanında bir bardak Grüner Veltliner ve servis ettikleri patates salatası gayet iyi gidiyor.

Figlmüller
Wollzeile 5, 1010 Vienna

Kentin sokaklarında yürüyüp lezzet duraklarını gezdikten sonra insanda takat kalmıyor. Gidip uyumak ve bir sonraki güne hazırlanmaktan başka yapacak bir şey yok şimdi.

Bir sonraki yazı, Zum Schwarzen Kameel, Motto am Fluss, Naschmarkt, Sacher, Cafe Zentral gibi birçok yeri anlatacağı için şimdiden sabırsızlanıyorsun...