15 Ekim 2012 Pazartesi

Seviç Meyhanesi


Bazen, bazı meyhaneleri yazmak için, siyah-beyaz, kocaman fotoğraflar koymalı insan, "ince belli" bir rakı bardağı olmalı elinde ve hafiften gözlerini kapatmalı o rakının tadını alabilmek için.

O rakı Kulüp Rakısı olmalı mümkünse. 

Zaman zaman, bazı meyhanelere, hayatın gürültüsünden kaçmak, gündelik yaşamın saçmalıklarından kurtulmak için sığınmalı insan.

O meyhane hem kavga-gürültü ve koşuşturmanın tam göbeğinde yer almalı, hem de korunaklı bir liman olmalı mümkünse.

Kimi günler, bazı meyhanelere öğle vakti uğramalı insan. Gündüz rakısı denen o harika icadın keyfini çıkartabilmek için Çiçek Pasajı'da tahta bir masaya kurulup aşağıdaki gibi bir şiir düzmeli:

Siz hiç gözleriniz kapalı rakı içtiniz mi
Ben içtim
İçine su-buz koymuşlardı
Beni de alıp bir meyhaneye oturtmuşlardı
Beni hep bir meyhaneye oturtmuşlardı
Masaya patlıcansalatasıbeyazpeynirkavuntarama
Koymuşlardı
Masanın ucunda yepyeni bir hayat bana gülümsemişti
"Bana" kaldırmıştı kadehi
Ben de arkama yaslanmıştım
Ne çabuk geçmişti


Ve Seviç Meyhanesi'nde Kulüp Rakısı'nın yanına kadim dostu beyaz peynir gelmeli öğlen vakti, biraz da tatlımsı kavun.

Bu üçlünün mükemmel tadı insanın ağzında ağır ağır birleşmeli.
Böyle bir zamanda yine gözlerini kapatmalı o şanslı adam. Oturup düşünmeli.

Hiçbir şey düşünmeden düşünmenin güzelliğini düşünmeli. O enfes peyniri nereden bulduklarını düşünmeli. Artık her mevsim aynı lezzetle yiyebildiği kavunun mucizesine inanmalı ve muzipçe gülümsemeli.

Masaya beklendiği üzere patlıcan salatası, fava, haydari, kabak kızartma ve enfes bir karışık salata gelmeli. Her lokmada adamı gülümseten patlıcan salatasının közü, kömür kömür kokmalı alenen.

Kıvamlı haydarinin sarmısağı damağı dağlamadan "ben buradayım" diyebilmeli.

Biraz tuzlu olsa da, favanın soğanlı enfes karışımı midelere bayram ettirmeli.

Taze taze zeytinyağı kokan salata içini açmalı adamın.

Ve tabii ki Seviç'in "primadonna"sı kabak kızartması masanın baş köşesine arsızca kurulmalı, fena halde lezzetli ve üstelik de mideyi asla yakmayan tadıyla, kendisinden alınacak ısırıkları beklemeli..

Eleos ve Todori'yle birlikte İstanbul'un en iyi kabak kızartmasını yiyeceğini bilerek oturmalı insan bu meyhanenin masalarına.

Belki biraz ciğer, azıcık kalamar tava, mevsim uygunsa gümüş kızartma yemeli. Ama istiyorsa hiç çekinmeden kuzu şiş sipariş edip keyfine de bakabilmeli.

İnsan, Seviç Meyhanesi'ne oturduğu zaman, gece de olsa, gündüz de olsa, kendine mutlaka pasajın içinde "koridor"dan bir yer ayarlamalı, gelen geçenlere, akan insan seline, laternacı amcaya, karşı meyhanede şarkı söyleyen gay şarkıcı ve göbek atan müdavimlere, koşturan garsonların bitmeyen enerjisine eski dostları izler gibi bakmalı.

İnsan, bazen bir müze gezisinden sonra, bazen bir konsere gitmeden önce, zaman zaman hayattan nefret edip soluk soluğa kalarak, ama her seferinde hiç düşünmeden gelmeli bu meyhaneye.

İnadına rezervasyon yaptırmadan üstelik.

Tahta masalara keyifle kurulmalı.

Hemen hatırını soran garsonlarla hoşbeş etmeli, sipariş vermek için acele etmeden ağırdan bir soluklanmalı.

Belki girişteki sigaracıdan aldığı kaçak ıslak purolardan bir tane tüttürmeli keyifle.

Üstelik bir Cuma günüyse ve hatta öğlen vaktiyse, yan masada demlenen Aydın Boysan üstada bakıp iyice kendinden geçmeli insan.





İnsan Seviç Meyhanesi'ne gitmeli.

İçmesine izin verildiği sürece de kana kana içmeli kentin göbeğindeki bu vahanın münbit rakı pınarlarından.

Seviç Meyhanesi
İstiklal caddesi Çiçek Pasajı
No: 8 - Beyoğlu / İstanbul
Telefon: 212 244 28 67

12 Ekim 2012 Cuma

Sini Köftecisi

Sevgili dostlar, zaman zaman ihtişamlı lokantalara gidip renkleri göz kamaştıran, lezzetleri damakta inanılmaz patlamalar yaratan yemekleri yazıyorum. Bazı günler enerjik garsonları yaratıcı ve bilgili, dekorasyonları son kertede gözalıcı ve etkileyici, konumları ve manzaraları ise insanı baştan çıkartan mekanların özelliklerini paylaşıyorum sizlerle. Bazen hayatın bu denli hırpalayıcı olduğu, insanların aslında doymak için bile yemek bulmakta zorladıkları bir memlekette, bu denli pahalı ve lüks bir yaşamın nasıl sürdürüldüğünü kavrayamadan, sürekli saşırarak yazıyorum yazılarımı. İstanbul sadece çok pahalı bir kent değil, aynı zamanda abartılı zevklerin havada uçuştuğu bir şehir. İşte insan bu "lüküs hayat"lar girdabında, biraz olsun, basitliğe, inceliğe, abartıdan uzaklaşmaya ve özüne dönmeye ihtiyaç duyuyor bazen.

Bu yazıya konu olan Sini Köftecisi de aynen şu son cümlede anlattığım gibi mekan. Gayrettepe'de bir apartmanın altına sıkışmış, ufacık, kendi halinde, üç beş masadan müteşekkil, bir defa geleni anında müdavime çeviren bir lokanta. Tuhaf bir büyüsü ve tabii ki inanılmaz lezzetleri var. İnsanın bu şehirde gereksindiği basitlik ve inceliği tam olarak karşılayan bu mekanı, bendeniz de kısa ve öz bir üslupla anlatmayı deneyeceğim:

  • Öncelikle nasıl ulaşacağınızı anlatayım. Yeri çok merkezi Sini Köftecisi'nin. Yıldız Posta Caddesi No 34. desem pek çok okur için yeterli olacaktır diye tahmin ediyorum. Mekanlara göre tarif etmem gerekirse şöyle diyebilirim: " Gayrettepe'de Şayan İşkembecisi'nden Dedeman Oteli'ne doğru giderken, sağ kolda, Discorium'da gelmeden hemen önce, büyük bir apartmanın girişinde" Tam karşısında çay-kahve içmek isteyenlerin uğrak yeri Bulvar Pastanesi mevcut. Gittiğinizde o bölgenin İspark mecrası olmasına bağlı olarak, parasını ödeyip arabanızı park edebilirsiniz. Bazen tam önünde bile yer bulunuyor.

  • Müşteri kitlesi, rahatlıkla tahmin edebileceğiniz gibi, o bölgede çalışan beyaz yakalılardan oluşuyor Sini Köftecisi'nin. Dolayısıyla öğlen yemeği vakti hayli dolu oluyor. Dışarıda son derece kısıtlı yeri var. Oturacak masa bulmakta zorluk çekilmesi normal karşılanmalı. İçerisi de daracık bir mekan olduğu için bazen ayakta kalan ve sıra bekleyen, ya da kapıdan dönen müşteriler olduğunu gördüm. Bu konuda ufak bir not: Ben bu lokantaya tüm ziyaretlerimi yaz mevsiminde yaptığım için, kışın içerisinin nasıl olacağını çok iyi tahmin edemiyorum. İçimden bir ses, insanın üstünün yağ kokması ihtimali olduğunu fısıldıyor, ama denemeden bilemeyiz tabii.

  • Yemeklere gelince, nereden başlasam bilemiyorum, zira anlatılabilecek bir çok farklı çeşit var. Ama dikkate alınması gereken kritik nokta aslında şu: Buranın adında "Köfte" kelimesi geçiyor olsa da, aslında bildiğiniz, tencere yemekleri yapan bir esnaf lokantası. Dolayısıyla, pişirdikleri günlük yemekleri, "günün menüsü" mantığı ile tahtaya yazıyorlar ve oradan bakıp mideye indireceklerinize karar veriyorsunuz.

  • Mekana adını veren köfte, tam da benim sevdiğim cinsten bir lezzet barındırıyor bünyesinde. Gergin, dolgun, etin yağını ve tadını damağa sıvayan türden bir cazibe nesnesi. Yanında bulgur pilavı, rendelenmiş havuç, yeşil salata geitiriyorlar. İnsan gerçekten parmaklarını yiyor bu enfes lezzetin keyfine varırken. Özellikle yakın plan çekimini de koyduğum bu köftelerin dokusuna dikkat etmenizi öneririm. İnsanın bakarken bile karnı gurulduyor.



  • Ayrıca, önden mutlaka çorba içmenizi hararetle öneririm. Burada kereviz, semizotu, sebze, mercimek ve ezogelin çorbalarından tatma fırsatım oldu bugüne kadar. Her defasında midem bayram etti. Hiçbir sefer en ufak pişmanlık duymadım. Hepsi birbirinden lezzetli ve hafifti. Bu lokantanın, benim gibi çorbaperver bir şahıs için biçilmez kaftan olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla.



  •  Burada tadına bakma fırsatını yakaladığım diğer yemekleri de kısaca anlatmak gerekirse, mücver, kadınbudu köfte, islim kebabı, ekşili köfte, cacık, elma hoşafı gibi güzellikleri sayabilirim. Bunların içinde mücverin inanılmaz hafifliği, ekşili köftenin durmadan suyuna ekmek bandığım harika terbiyesi unutamadığım noktalar olarak belleğime nakşolmuş.


  • Tabii bütün bunların dışında, mekanda harika zeytinyağlılar olduğunu ilave etmeme de gerek yok diye düşünmekteyim. Benim size önerim, zeytinyağlılardan oluşan karışık bir tabak yaparak keyfine varmanız. Bunun nasıl göründüğünü anlayabilmeniz için bir fotoğraf paylaşmam yerinde olacak. Aşağıda kabak, barbunya ve zeytinyağlı taze fasülyenin bir parça yoğurt ile ahenkli dansını görebilirsiniz.


  • Tatlı niyetine yediğim hoşafı saymazsak, burada servis edilen tatlıların ne durumda olduğu konusunda fikir yürütmem pek mümkün değil. O yüzden mekanın bu konudaki yeteneklerini bilemiyorum diyebilirim.
  • Lokantanın sahibi Nermin Hanım sürekli koşturan ve bu koşturmanın ortasında güleryüzlü davranmak için elinden geleni yapan iyi bir işletmeci. Onu buradaki başarılı işinden dolayı tebrik etmek gerekiyor.
Sözün özü, Sini Köftecisi, benim nezdimde, yaşadığımız kentte nadir bulunan, çok değerli bir eser, adeta gizli kalmış bir hazine... 
Burada her gün farklı yemeklerin tadına varıp tekrar tekrar gelmek istiyorsunuz. 
Kimseye söylemeyin burayı, yer bulamayız yoksa...

Sini Köftecisi
Yıldız Posta Cad. 
Evren Sit. No:34/D-3
Beşiktaş
Telefon: 0212 347 93 58