4 Ekim 2011 Salı

Nusr-Et Steakhouse

Sevgili okurlar, açık konuşmak gerekirse, Nusr-Et Steakhouse ile ilgili finalde söylemem gerekenleri giriş cümlesine yerleştirip bir an önce rahatlamak amacındayım. İçimden geçenleri söylemek için sabırsızlanıyorum çünkü.

İstanbul'da adam gibi et yemek, ağzınızın sularını akıta akıta, kendinizden geçe geçe, damağınızda dağılan enfes etlerin keyfine dala dala bayram etmek istiyorsanız gidebileceğiniz bir numaralı adres Nusr-Et Steakhouse'dur. Hiç zahmete girmeye, araştırmaya, eşe dosta sormaya, kitapları dergileri karıştırmaya, yeme içme bloglarında sürünmeye, gurmelerin yazılarını okumaya, boş yere zaman kaybetmeye gerek yok. Türkiye'de daha iyisini, lezzetlisini, özenlisini görmedim. Bu lokanta tek kelimeyle mükemmel!

Aslında yazıyı burada bitirip noktayı koymak lazım, zira bitiş paragrafını baştan yazmış oldum. Yine de, iyisiyle kötüsüyle analizi derinleştirip birkaç söz söylemek lazım diye düşündüğümden, izninizle lafı azıcık uzatacağım. Daha önceki yazılarda olduğu gibi, sadece yemeğin lezzeti, servisin kalitesi, fiyat seviyesi gibi konularda değil, aynı zamanda genel ambiyans, devam eden müşteri kitlesi, mekanın konumu ve bıraktığı izlenim gibi meseleler hakkında da fikir yürütmekte yarar var kanaatimce.

İşe her araştırmacının az çok bildiği, kişisel olmayan, bilgi ağırlıklı bir bölümle başlamak en doğrusu olacak. Kim bu Nusret? Nereden çıktı? Nasıl bu kadar etkili bir giriş yaptı? gibi konuları dilimiz döndüğünce irdeleyelim mümkünse.

Mekanın kendi web sitesinde belirtildiği üzere:

"Nusr-Et Steakhouse 2010 yılında Nusret Gökçe ve Mithat Erdem ortaklığı ile Etiler'de hizmete girdi.

14 yıldır kırmızı et sektörünün içinde olan Nusret Gökçe'nin, uzun yıllardır yakın dostluğu olan Mithat Erdem ile işbirliği sonucu kurulan Nusr-Et Steakhouse, bu olağan dışı ortaklıkla müşterilerine, etin en iyisini ve en kalitelisini sunuyor.


Müşterileriyle bizzat kendi ilgilenen Nusret Gökçe, her bir misafirine tek tek "canlı menü" olarak yardımcı olduğundan, masalarda klasik menü bulunmuyor. Misafirlere, özen ve titizlikle seçilmis olan etler 28-30 gün dinlendirildikten sonra, patetes ve ıspanak püresi ile servis ediliyor.


Nusr-Et Steakhouse'da bulabileceğiniz bu muhteşem lezzetler, ünlü gurmelerin oyları ile en iyi restoran seçimlerinde her zaman birinciliği korumaktadır. Kurulduğu ilk günden itibaren et sevenlerin vazgeçilmezi haline gelen Nusr-Et Steakhouse'un, hızlı yaşayanlar için fast food şubesi Nusret Burger Bebek'te yeni şubesi ile hizmete girmiştir." 


İyi de,  burada belirtilmeyen, Nusret Gökçe'nin 14 yıldır kırmızı et sektörü içinde yaptıları nedir peki? Hemen söyleyeyim: Bu 14 senenin büyük kısmında önce Bostancı, sonra Etiler ve İstinye Park  Günaydın'da çalışmış, ardından New York'a giderek oradaki steakhouse'larda deneyim kazanmış, ayrıca bir dönem Arjantin'de et üzerine ciddi araştırmalar yaparak soluğu tekrar İstanbul'da almış. 13 yaşında kasaplığa başladığı için yaşı son derece genç. Arjantin' gitmesinin sebebi, oradaki muazzam et kültürünü, görmek hayvanların nasıl beslendiğini, nasıl kesildiğini, nasıl pişirildiğini, etin nasıl dinlendirildiğini öğrenmekmiş. Amerika'da çalıştığı üç steakhouse'da ise etin sunumu, mutfak ve mekan düzenleri konusunda ciddi bilgi edinme şansı olmuş.

Sıra gelmiş kendi mekanını açmaya...

Sevgili okurlar, ben bu lokantaya 5-6 defa gitmişimdir. Her gidişimde kalabalığından, koşuşturmadan, servisin kalitesinden ve tabii ki yemeklerin lezzetinden çok etkilendim.
  1. Nusr-et'e gitmeden önce yer ayırtmanızı öneririm. Hafta içi öğlen yemekleri çok yoğun oluyor. Yer ayırtmadan gittiğinizde de sizi büyük masalardan birine, başkaları ile paylaşacak şekilde oturtuyorlar. Bence bu da güzel. Yine de, kendi masanızı istiyorsanız arayın.
  2. Yemeğe başlamadan önce ellerindeki etleri inceleyin, hiç çekinmeden garsonlara yada tezgahın arkasında duranlara, bazen bizzat Nusret'in kendisine sorular sorun. Et konusunda ne denli cahil olduğunu hemen anlayacaksınız. Ayrıca lokantada menü bulunmadığı için, bu konuşmayı yapmak elzem hale geliyor.
  3. Her şeyden tadımlık alabilirsiniz, ama benim yöntemim bu değil. Ben önden tadımlık çeşit çeşit etler alıpi ardından bir de ana yeme yiyorum. Bence burada en iyi yöntem bu.
  4. Aç gidin. Hatta gitmeden önce birkaç gün kırmızı et diyeti uygulayın. Burada kendinizi durdurmadan, hiç frenlemeden yemek isteyeceksiniz çünkü.
  5. Bendeniz önden "lokum" adını verdikleri, ağızda dağılan muazzam bir et söylüyorum önden. Lokum hayvanın sırtının iç kısmından yapılıyor.Kendi kendine eriyor bu et adeta. Bir de sırtın dış kısmından yaoılan ceviz var. Daha sert, çiğnenebilir bir et bu. Beni favorim lokum.
  6. Ayrıca şaşlık ve sucuk da söyleyebilirsiniz önden. İkisi de harika. Bir de salata alabilirsiniz. Standart bir salataları var. Ben çok gerek görmüyorum açıkçası.
  7. Ana yemeğe gelince...Çok alternatif var. Aşağıda web sitelerinden aldığım gibi yer vermeye çalıştım
    Porterhouse (600 - 650 gr)
    T-Bone Steak (450 - 500 gr)
    Dana Pirzola (400 - 450 gr)
    Sığır Kontrfile (300 - 350)
    Dallas Steak (500 - 550 gr)
    Fillet Mignon Bonfile (200 - 250 gr)
    Ceviz (3 Kisilik / 600 gr)
    Dana Boşluk (450 - 500 gr)
    Lokum (200 - 230 gr)
    Dana Kaburga (500 gr)
    Dana Şaşlık (300 - 350 gr)
    Lamb NewYork (200 - 230 gr)
    Lamb T-Bone (200 - 230 gr)
    Lamb Steak (200 - 230 gr)
    Nusret Kasap Köfte (200 gr)
    Nusret Üç Boyutlu Kasarli Köfte (200 gr)
  8.  Ben bu listeden Dana Pirzola, Dallas Steak, T-Bone ve Kasap köfte gibi alternatifleri denedim. Hepsine bayıldım. Ama Dana Pirzola'yı favori olarak gösterebilirim. Yağlarını bile silip süpürdüm diyebilirim.
  9. Bu etlerin yanında Büyülübağ şaraplarından iyi bir seçki sunuluyor. Dana pirzolayı iyi bir şiraz ile yemenizi öneririm. Ben Büyülübağ Shah ile denedim, çok memnun kaldım.
  10. Tatlı olarak her gidişimde üçgen baklava yedim. Nefisti.
  11. Yemekler dışında müşteri kitlesinden de bahsetmekte yarar var Nusr-et'in. Özellikle haftaiçi öğlenleri tam bir iş yemeği mekanı diyebilirim. Bu tarz yemekler için gidebilirsiniz.
  12. Müşteriler arasında Kurtlar Vadisi ekolü ağır abiler de göze çarpıyor zaman zaman. Bazen de ikinci sınıf mankenler gözlemlenebiliyor. Nusr-et için söylenebilecek tek olumsuz yorum bu belki de. 
Son söyleyeceğimi ilk paragrafta söyleyip lafı çok uzattım sevgili okurlar. GERÇEKTEN iyi bir yemek istiyorsanız, hiç düşümeyin, koşa koşa Nusr-et'e gidin derim.


Nusret-Et Steakhouse Etiler

Etiler Çamlık Mevkii
İhsan Aksoy Sokak No:6
Etiler - İstanbul
TEL: 0 (212) 265 30 37-38
FAX: 0 (212) 257 67 02
MAIL:
info@nusr-etsteakhouse.com



26 Eylül 2011 Pazartesi

Asmalı Cavit

"İstanbul'un en iyi meyhanesi neresi?" diye sorulsa, vereceğim yanıt kuşkusuz, hiç düşünmeden "Asmalı Cavit" olur. Pek çok otoriteye göre bu mekan, son 5-6 yıldır hem meyhaneler aleminin, hem de (şu anda taarruz altında olan) Asmalımescit kolonisinin yükselen değeridir. Bir gazetenin işin ustalarından oluşturduğu bir jüri aracılığıyla yaptığı "en iyi meyhaneler" yarışmasında, Giritli'nin ardından ikincilik ödülünü almış olsa da, bana kalırsa aslında gönüllerin şampiyonudur. Söz konusu Cavit olunca, lafı fazla uzatmadan maddelere geçmekte ve her bir detayın üzerinde sabır ve itinayla durmakta yarar var diye düşünüyorum. İşte yıllar boyu bu meyhaneye yaptığım sayısız ziyaretler neticesinde oluşturduğum düşüncelerim:
  1. Mekan Asmalımescit'in göbeğinde, Yakup2'nin tam karşısındadır. Daracık bir girişi olduğundan, ilk defa gelenler için zaman zaman bulması zor olmaktadır. En kolay tarifi, "Yakup'u bul, tam karşısına gir!" şeklinde olacaktır.
  2. Asmalı Cavit iki katlıdır. Her iki katın da, bana kalırsa ayrı bir tadı, "ambiyansı" vardır. Alt kat küçüktür, 5-6 masalıktır, ama gavurların deyişiyle "cozy" bir atmosfer sağlamakta, samimi ve sıcak durmaktadır. Gelen geçeni incelemek, yan masalara laf atıp sohbet açmak için alt katı önerebilirim. Bu katın bir uzantısı gibi düşünebileceğiniz "pasaj" kısmı da, Cavit'in açık hava bölümü olarak düşünülebilir. Belediyenin son saldırılarından sonra, sokağa masa atmak mümkün olmamaktadır. Üst kat ise oldukça geniş ve keyiflidir. Burada 20 kişiye kadar oturulabilen büyük masalar vardır. Ayrıca yuvarlak masadan hoşlananlar için köşelerde bu cinsten masalar da kullanılmaktadır. Kalabalık gruplar için burayı önerebilirim.
  3. Mekan, 2000'li yılların başında, Cavit'in Yakup'ta kopmasıyla doğmuş. Önce bir şarapevi olarak açılmış, ardından bölgenin meyhanelere çok daha uygun olması sebebiyle meyhaneye dönmüş, o gün bugündür de, giderek artan talebe cevap vermeye çalışıyor.
  4. Burası kısmen de olsa bir aile işletmesi. Meyhane'nin sahibi Cavit'i her daim masaların arasında dolaşırken görebilirsiniz. Kızı Seyhan, ağbisi, yeğenleri hep burada çalışmaktadır. Servis hızlı, sıcak, güleryüzlü ve "proaktif" bir tavırdadır. Ne yiyeceğinizi bilemediğiniz zamanlarda, sizi tanıyan garsonlar masayı adınıza donatıverirler.
  5. Mezeler, muazzamdır burada. Kim olursan ol, ister tanıdık, ister devlet başkanı, ister meczub, önüne koyulacak mezeler hep aynı seviyede ve kalitededir. Pek çok mekanda karşımıza çıkan, müşteri kayırma tavrı, Asmalı Cavit'te asla göremeceğiniz bir davranıştır. Ahçı aynı ahçı, meze aynı mezedir.
  6. Gidecek olanlara öneriyorum: Patlıcan salatasını kaçırmayın. Müthiş bir lezzettir. Patlıcanı damarlarınızda hissedeceksiniz yerken.
  7. Mevsim uygunsa tarama söyleyin. Eşi benzeri olmayan bir damak çatlaması yaşacaksınız. Kolesterolü olanlar ilaçlarını alıp gelemeliler. Zira insan bu taramayı ekmeğe sürüp falan değil, kaşık kaşık yemek istiyor.
  8. Meze arabasında varsa beyin salatası isteyin mutlaka. Üzerine bol limon sıkın. Ağır ağır ağızda dağılan beynin o mükemmel lezzetine kendinizi bırakın.
  9. Acılı ezme, haydari, favadan azar azar alın tabağınıza. Çatal ucuyla yiyerek keyfini çıkarın. Hepsi çok güzeldir.
  10. Deniz börülcesi hafif yağlı, azıcık sarmısaklı sosuyla masanıza çok yakışacaktır. Mevsim uygunsa ihmal etmeyin.
  11. Deniz yaraktıklarından ahtapot ve karidesin karışık olduğu ufak bir salata tabağı yaptırın. Zeytinyağı limon dolaştırın üzerinde ve afiyetle yiyin.
  12. Lakerdası harikadır. Balıkpazarı'ndan alınmadır ve ağızda pamuk gibi dağılan cinstendir. Tadımlık olarak alın. Kızarmış ekmeğin üzerine ince bir dilim soğan ile birlikte koyup mideye indirin.
  13. Yaprak ciğer, kanımca Beyoğlu'ndaki en iyi ikinci ciğeridir. Kurutmamaya çok dikkat ederler. Çiğnemeye doyamazsınız.
  14. Mekan sahibi Karadenizli olunca turşu kavurmanın hası da sofranızı şenlendirecektir. Yalnız tansiyon hastaları dikkatli olmadır, zira hayli tuzlu bir yemektir.
  15. Rakı-balık tartışmaları süredursun, Cavit'te hamsi tavayı kaçırmamanızı öneririm. Tabağa inci gibi dizilmiş bu güzelliği soğutmadan yemek farzdır.
  16. Asmalı Cavit'te "küçük köfte" adı verilen, genelde tatlı meyvaya geçmeden önce yediğimiz harika bir yemek daha vardır. Tadı gerçekten parmak yedirten cinstendir. Domatesli sosuna banarak, saymadan yersiniz bu köfteleri. Ölmeden yenmesi gereken müthiş bir yemektir.
  17. Tatlı olarak ev yapımı baklava yemenizi öneririm. Hafif ve lezzetlidir.
  18. Son olarak kahvenizi söyleyin, yanında da bir acıbadem likörü atın, keyfiniz tam yerine gelsin kalkmadan.
Sözün özü, memnuniyet seviyenizin hep en üstte kalmasını isterseniz Asmalı Cavit'e mutlaka gidin derim. Pişman olmayacaksınız. Tekrar tekrar gelmek isteyeceksiniz buraya.

Bir de, benden söylemesi, muhakkak rezervasyon yaptırın gitmeden önce, zira yer bulamazsınız.

Asmalımescit Caddesi 16/D, Tünel
Beyoğlu, İstanbul

0 212 292 49 50



    16 Temmuz 2011 Cumartesi

    Güzelyer - Rumeli Kavağı

    Güzelyer, adından da gayet net anlaşılacağı üzere, ziyaretçilerine az bulunur cinsten bir manzara sunmasıyla meşhur bir mekandır. Sayıları pek de azımsanamayacak müdavimlerine soracak olursanız, cumartesi - pazar sabahları kahvaltı mekanı, gece vakti ise sıkı bir balıkçı olarak hizmet veren güzide bir lokantadır. Bendeniz ayda yılda bir, çok nadiren giderim buraya. Zira ciddi şekilde uzaktır, benim karşı yakada ve ağırlıklı olarak Taksim'de cereyan eden hayatıma göre sapadır, içip dönmesi bir hayli zordur buradan. Mazallah bir de "uygulama"ya denk gelirse ehliyeti kaptırıverir insan. Bazen kalabalık bir grupla minibüs kiralayarak (bizim AYILAR gibi mesela), çok nadiren de aile ile (arabayı kullanacak başka birisi var ise) Güzelyer'e gider, o muhteşem manzaraya karşı kuruluveririm.

    Nasıl mı gidilir? Sahil yolundan keyifli bir yolculukla Sarıyer'i buldunuz mu, Güzelyer'e de yakınsınız demektir. Daracık yollardan Kavağa doğru ağır ağır sürün arabanızı. Biraz ileride Telli Baba'yı gördüğünüz anda da frene basın, çünkü Güzelyer'i buldunuz demektir. Başka bir yöntem ise şöyledir: Hemen oracıkta "Müessesemiz Alkolsüzdür" cinsinden kocaman bir yazıyı gözünüze sokan bir balıkçı vardır, onu görüp küfürü bastığınız anda Güzelyer'i bulduğunuz anlamına gelmektedir, zira sözünü açtığım lokanta (ismini bile anmaya hacet yok burada), Güzelyer'in hemen kapı komşusudur.

    Mekanın içine adım attığınızda, Boğaz'ın Karadeniz ucuna doğru heybetli bir şekilde kurulmuş muazzam bir terasta bulursunuz kendinizi. Benden söylemesi buraya mutlaka gündüz vakti gidin. Gece gidecekseniz de, en azından bir yarım saat kadar keyfine varmak için, hava henüz kararmadan gidin. Oturun, bol buzlu bir rakı söyleyin garsona, biraz beyaz peynir, azıcık kavun ve söğüş domates ısmarlayın. Kimseyle konuşmayın bir on dakika kadar. Mazaraya, manzaranın içinde kayıp giden teknelere, takalara, tankerlere bakın. Karşı kıyıyı (Allaha şükür) elinde tutan askeriyenin arazisini kaplayan huzur verici yeşilliğine dalıverin bir beş dakika boyunca. Rakınızı usul usul yudumlayın. Çatal ucuyla peynirinizden kemirin; ara ara da gözlerinizi kapayıp "hala güzel şeyler var hayatta!" deyin kendi kendinize, "Hala insana keyif veren yerlere gidebiliyoruz bu memlekette!"

    Güzelyer, yemeklerini öve öve göklere çıkaracağım bir mekandan ziyade, manzarasına dalıp tuhaf bir terapinin kucağına kendimi bırakıverdiğim bir lokanta aslında. İnsanın ağzı açık kalıyor, kendinden geçiyor, adeta büyüleniyor. Kafası bozulanın sinirine, işe güce boğulmuş "iş insan"larının streslerine birebir burası. Bırakın ilacı milacı, atlayın arabaya, burada alın soluğu.

    Açıkçası, ancak bunlardan sonra yemeğe geliyor sıra. Usüldendir diye yemek de konuşalım sevgili okurlar. Güzelyer'e gidişlerimde yediklerim hep aynıdır: Patlıcan salatası, haydari, acılı ezme, levrek marin, beyaz peynir, kavun, kalamar tava, paçanga böreği ve ana yemek olarak levrek ızgara. Bu yemekler içinde büyük bir şampiyon var mı, diye soracak olursanız, cevabım olumsuz çıkacaktır ne yazık ki. Hepsi güzel, hepsi göze batmayan, ama hiçbir damağa bayram ettirmeyen yemekler bunlar. Eminim ki, benim gidişlerimde tadına bakmadığım bazı özel yemekleri vardır mekanın, fakat bunların yeme fırsatını hiç yakalamadım açıkçası.

    Servis hızlı ve güleryüzlüdür mekanda, halden anlayan, deneyimli garsonlar hizmet eder. Güzelyer yaklaşık 20 yıllık tecrübeli bir müessesedir. Her gidişimde hayret ettiğim, inanılmaz bir rüzgar eser akşamları. İnsan mutlaka şal istemek zorunda kalır garsondan. En son gidişimizde, on tane erkek, hepimizi şallara sarılmış, adeta bir kızılderili kabilesi gibi göründüğümüzü fark etmiştik. Üşütmemek için mutlaka sıkı giyinin derim. (Yaz günü olsa bile)

    Bunlar dışında çok sözüm olmayacak sevgili okurlar. Güzelyer gitmekten keyif aldığım, fakat yukarıda da belirttiğim gibi, zaman zaman manzarası yemeklerinin önüne geçen bir lokantadır.

    Tavsiyem mutlaka gidilmesi yönündedir.


    Tel:           
    0 (212) 242 22 19/20   
    Faks:         
    0 (212) 242 22 21
    Adres:        Tellibaba Üstü,Rumelikavağı Yolu No:19 Sarıyer / İSTANBUL

    1 Temmuz 2011 Cuma

    Kalpazankaya - Burgazada

    Kalpazankaya'yı bugüne dek üç kez ziyaret ettim. Her defasında ulaşım şeklim ve gidiş amacım aynıydı: Bir arkadaşımın yelkenlisi ile Kalamış Marina'dan açılarak, ya bir maçtan önce güzel bir yemek yiyerek kafayı bulmak için, ya da Fenerbahçe'nin şampiyonluk kutlamasını yapmak amacıyla.
    En son gidişim, en uzun gün olan 21 Haziran 2011'de gerçekleşti. Bu defa amaç Fenerbahçe'nin beş profesyonel spor dalında elde ettiği şampiyonlukları bu güzel manzara ve nefis yemekler eşliğinde bir güzel kutlamaktı. "Beşibiryerde" adını verdiğimiz yolculuğumuz saat 17.30'da kaptanımız Cem Karataş'ın teknesiyle Kalamış Marina'dan açılmamızla başladı. Soğuk biralar eşliğinde yaklaşık 1,5 saatlik yolculuktan sonra Burgazada'nın arkasındaki koya demirledik. Yolculuğumuz sakin ve güzel geçti diyebilirim. Her defasında olduğu gibi yine Fenerbahçe ile Pendik arasındaki sahil şeridinin inanılmaz betonlaşması beni hayrete düşürdü. Denizin gri-mavisi, yaklaşan Prenses Adaları'nın dost silüeti ve sıcak yaz günü yüzüme çarparak beni serinleten rüzgar biraz olsun avunmamı ve bu karamasarlıktan uzaklaşmamı sağladı.
    Demirledikten sonra, her zaman olduğu gibi, mekan için çalışan ve transferleri sağlayan  ufak bir motor bizi aldı ve sahile ulaştırdı. Kısa bir tırmanışın ardından kendimizi Kalpazankaya'da bulduk, masalarımıza kurulduk ve o güzelim manzarayı seyredaldık. Kalpazankaya hakkında düşüncelerimi özetlemem gerekirse:
    1. Burası eskiden az sayında insanın bildiği ve rahat yer bulunan, nispeten sakin oturulan bir yerken, artık hafta içi akşamları bile hınçahınç dolu olan, mutlaka gitmeden önce rezervasyon yaptırmanız gereken, geç kalırsanız olumsuz yanıt alabileceğiniz bir yer haline geldi. Bu sebepten, ne zaman giderseniz gidin, muhakkak önceden arayın.
    2. Ulaşım için söylenecek çok fazla bir şey yok. Ben her defasında tekne ile gidip koya demirledim ve mekanın motoru tarafından sahile çıkarıldım ama buraya gelmenin bir yolu daha var tahmin edebileceğiniz gibi: Ada'ya toplu taşımacılık imkanlarını kullanarak gelebilir, bir faytona atlayıp Kalpazankaya'ya gelebilisiniz. Pek çok müşteri böyle yapıyor. İstisnai durum sadece hafta sonları yaşanıyor, mekanın önünde demir atacak yer bulunamıyor.
    3. Yemeklere geçmeden önce mekanın büyüsünden kısaca bahsemekte yarar var. Burası güneşin batışını bir kadeh rakı eşliğinde izlemek için İstanbul'daki en ideal balıkçılardan birisi diyebilirim. Güneş, lokantanın önündeki devasa ağaçların arasından kızılımsı bir renkle ağır ağır batıyor. Bunu buz gibi bir rakıyla birlikte izlemek büyük keyif. Yer ayırtırken, mutlaka kenar masalardan rezerve ettirmeye bakın derim.
    4. Kalpazankaya'da servis her daim güleryüzlü ve hızlı. Garsonların sürati ve sevimliliği her gelişimde dikkatimi çekti. Söylemeden edemeyeceğim, zira pek çok mekanda servis konusunda ciddi sıkıntılarla karşılaşıyoruz hala.
    5. Burayı balıkçı kategorisinde değerlendiriyor olsam da, rahatlıkla meyhane muamelesi de yapabilirim diye düşünüyorum. Bunun başlıca sebebi, ana yemek yemeden, soğuk mezeler ve ara sıcaklarla idare ederek yemeği geçirebileceğimiz bir menüye sahip olması. Yine de, bu en temel değerlendimeyi yaparken, Marmara'nın ortasında bir adada balık yiyerek güneşin batışını seyrettiğim bu lokantayı "balıkçı" kabul etmesem olmazdı diye düşündüm.
    6. Peki neler yedik? Hemen her gidişimizde aynı mezeleri yediğimizi söyleyebilirim. Tadı enfes bir patlıcan salatası ile başladık. Harikaydı! Benim damak tarzıma bu denli uygun bir patlıcan salatasını nadiren yediğimi vurgulamam gerekiyor sevgili okurlar. Közün tadı hala damağımda diyebilirim. Ardından haydari, fava, soslu levrek, içi tulum peyniri ile doldurulmuş kırmızı biber ile devam ettik. Hepsi kararında, hepsi güzeldi. Bunların içinde, favanın üzerine doğranmış soğan ile gelmesi değişik bir uygulama idi.
    7. Ara sıcaklarda kalamar, tereyağında karides, kroket gibi alternatiflerle devam ettik. Karides'in enfes olduğunu belirtirken, özellikle suyuna "şamandıra yaparak" yarım ekmek bitirdiğimi de belirtmeme izin verin lütfen. Muazzam bir lezzetti.
    8. Ara sıcakların ardından sıra balık sipariş etmeye geldi doğal olarak. Bendeniz balık konusunda seçici olan bir zat olarak bilirim. Normal şartlarda lüfer familyası, kalkan, palamut gibi balıkları sevdiğini her fısatta vurgulayan, diğer balıklara da çok yüz vermeyen birisiyim. Burada, arkadaşların da ısrarına uyarak levrek yedim. Bu noktada, "bir gün bir balık yedim ve bütün hayatım değişti" tarzıdan bir cümle kurabilirim neredeyse. Aman Allahım! O ne lezzetli bir balıktı. Üç duble rakı içmiş ve midemi mezelerle doldurmuş olmama karşın çılgın bir iştahla yedim o levreği. Nasıl yapmışlar diye sorarsanız, içleri kararında pişmiş beyaz et, dışları hafif kızarmış bir kıvamdaydı. Nefisti vesselam.
    9. Finali şokola sufle ve meyve ile yaptıktan sonra hesabı ödedik. Buraya gelen bir kişinin en az 80 TL gibi bir masrafı gözden çıkarması lazım diyebilirim. Ama değiyor doğrusu.
    Dönüşümüz de gelişimiz gibi güzel güzel içerek, İstanbul'un ışıltılı silüetini seyrederek ve şarkılar söyleyerek geçti. Kaptanımız Cem Karataş'a bir kez daha teşekkür ederken, Kalpazankaya'yı ziyaret etmek isteyen dostlarıma tavsiyem: Sakın tereddüt etmeyin, mümkünse tekneyle gidin, mutlaka rezervasyon yapın ve güneşin batışını kaçırmayın olur.

    Bu harika deneyim için herkese teşekkürler!

    Kalpazankaya Mevkii
    Burgazada İstanbul
    Tel : 0 216 381 15 04


      22 Haziran 2011 Çarşamba

      Konyalı Lokantası - Kanyon

      Konyalı Lokantası, Kanyon 'un açılmasından beri sık sık önünden geçtiğim, masalarında oturan şık giyimli hanımlar ve beyleri hayranlıkla seyrettiğim, mutlaka ziyaret edeceğim konusunda her seferinde kendime söz verdiğim halde beş yıldır bir türlü yemeklerinin tadına bakamadığım bir lokanta olarak hafızama nakşolmuş. Belki de böyle bir yerin tadını çıkarmak için birileri ile birlikte gitmek ihtiyacını duymuş ve bir türlü fırsatını yaratamamışımdır. Hep bir engel, her seferinde bir saçmalık olmuştur hayatımda ve ben buraya girip güzelim yemekleri mideme indirememişimdir bir türlü. Gerçek sebebini şimdi bilemiyorum.
      Belki de sadece tembel bir insanım ben.
      Bu sıkıntım, en nihayet 16 Haziran 2011 tarihinde, Konyalı'nın masalarından birine kurulmamla son buldu sevgili okurlar. Uzun bir toplantı öncesi kapağı attığım Kanyon'da bir süre dolandıktan sonra soluğu Konyalı'da alıverdim. Yalnızdım. Artık başkasını bekleyecek sabrım da kalmamıştı açıkçası. Giriş yapısının önünde durdum, bir süre etrafıma bakındım. İçeri mi girsem, yoksa dışarıda, daha havadar bir atmosferde mi yemeklerin tadına baksam karar veremedim bir türlü. İçerisi bana ağır ve fazla "saygın" göründü. Dışarısı ise, hem gelip geçene bakabileceğim, hem de aniden başlayan yaz yağmurunu içime çekebileceğim şekilde keyifli. Dışarıyı tercih ettim. Oturdum. Daha doğrusu güler yüzlü bir kız tarafından yerime oturtuldum. Önce yer gösterme işlerini yaptığını düşündüğüm bu kızın, masalardaki kirli tabakları, boş bardakları alıp taşıma işini de yaptığını görünce biraz şaşırdım. Açıkçası tam görevini anlayamadım.
      Yorumlarımı sizlerle paylaşmadan önce Konyalı'nın tarihçesinden hafifçe bahsetmemde yarar var (Bilgiler Konyalı'nın web sitesinden alınmıştır):  

      Konya'nın Doğanbey ilçesinden 1895 yılında çıkan büyük dede Hacı Ahmet Doyuran 1897'de dört masa ve 16 sandalye ile Sirkeci'de 'Konya Lezzet Lokantası' adıyla mütevazı bir aşçı dükkanı açar. Bir süre sonra lokantayı damadı Mustafa Doğanbey'e devreder.

      Lezzet ve temizliğin temsilcisi olarak kısa sürede tanınan lokanta, zaman içinde İstanbul mutfağı denince akla ilk gelen isimlerden birine dönüşecektir. Konyalı'nın şöhreti 1940'lardan sonra Nurettin Doğanbey'in çabalarıyla Türkiye'ye yayılır. Yerli yabancı devlet adamlarının, kral ve kraliçelerin, sanatçıların uğrak yeri olur.

      Bugün, Doğanbey Ailesi'nin dördüncü kuşağından Mehmet Eren Doğanbey tarafından işletilen kuruluş, 1924 - 2006 yılları arasında ulu önder Atatürk'ten, İngiltere Kraliçesi Majeste Elizabeth II' ye , Pakistan Başkanı Benazir Butto'dan Amerika eski başkanı Richard Nixon'a kadar dünyanın dört bir yanından gelen pek çok devlet büyüğünü, ünlü sanatçıları Kral ve Kraliçeleri ağırlama onuruna erişmiştir.

      Modern mimarisi ve seçilmiş markaları buluşturması ile özel bir mekan olan Kanyon Levent'te, 30 Mayıs 2006 tarihinden itibaren hizmet vermeye başlayan Konyalı, şık ve sade sunumuyla üst düzey yöneticilere, yurt dışından misafir ağırlayan ve Türk Mutfağını yaşamak isteyenlere hizmet veriyor.

      Bu güzel lokanta ile ilgili olarak benim notlarım da aşağıdaki gibi:
      1. Mekanın havası, daha çok önemli iş yemekleri için tasarlanmış izlenimini veriyor. Ben de bir öğle yemeğinde ziyaret ettiğim için, içeride takım elbiseli amcalar geçidi vardı. Doğrusunu anlamak için farklı saatlerde de gitmek lazım diye düşünüyorum. Fakat samimi düşüncem, Konyalı Kanyon'da haftalık cironun büyük kısmının öğlen yemeklerinden geldiği ve bu yemeklerin de ağırlıklı olarak iş görüşmeleri olduğu yönünde. Biraz daha havadar ve "light" görünen dış mekanı da tercih edebilir, gelip geçene bakarak Kanyon'un piyasasını seyredebilirsiniz.
      2. Oturmamdan sonra, siparişleri almak için masama gelen garson, gerçekten inanılmaz bir servis adamıydı. Güleryüzü, menüye hakimiyeti, eski İstanbul beyefendisi tavrı ile beni çok etkiledi. Adeta önümü ilikleme ihtiyacı duydum. En son Vakko'da takım elbise provasına gittiğimde ölçülerimi alan terzi amca önünde böyle hissetmiştim diyebilirim. Bayıldım. İnsanın sipariş verdikçe veresi geliyor böyle servis yapıldıkça.
      3. Menüyü elinize aldığınızda çok hoş bir duyguya kapılıyorsunuz. Adeta zaman tüneline girmişsiniz gibi duyuyorsunuz kendinizi. 1940-50'li yıllardaki menünün aynısı kullanılmış ve o senelerin havası verilmiş. Buranın müdavimi değilseniz uzun uzun incelemenizi öneririm. Büyük bir keyif aldım menüyü okurken. 
      4. Neler yediğime gelince. Önden ekşili mercimek çorbası söyledim. Özellikle vurgulamama gerek yok sanırım, ben çorbayı çok severim. İçinde çorba olmayan bir yemek, benim açımdan gerçek bir yemek değildir ve çorbaların da kralı mercimektir bana göre. Bu sebepten gayri, gittiğim her lokantada önce bir bakarım mercimek çorbası var mı diye. Burada da görür görmez kararımı verdim. 
      5. Ardından ne yemeliyim diye çok uzun süre düşünecektim ki, yan masaya getirdikleri tabakları görünce çok tereddüt etmeme gerek kalmadı. Bir de yufkalı köfte sipariş ettim hemen. Garson çok iyi bir seçim olduğunu belirtti. Aslında, normal şartlarda biraz daha erken gitmiş olsaydım, büyük olasılıkla "Yoğurtlu Konyalı" söylerdim. Dönerden yapılan lezzetli bir yemek olduğunu duymuştum daha önce. Her neyse, tatlı faslını sonra düşünürüm , diye geçirdim içimden. Ona daha vakit vardı.
      6. Yemeklerim gelmeden önce ekmek servisi yapıldı. Birçok farklı ekmek çeşidi olan bir sepetten, müşterinin tercihlerine göre servis ediyorlar ekmekleri. Ben en çok küçük pide şeklinde olanlara bayıldım. İlgilenenlere duyrulur.
      7. Çorbam geldiğinde, biraz bekledim, çorba kasesini, kasenin üzerine yerleştirilmiş grissiniyi seyrettim bir süre. Bu keyifli sunumun ardından çorbanın tadının nasıl olacağını çok merak ediyordum. Değerli okurlar, menüde ayran çorbası ve günün çorbası gibi seçenekler de mevcut, lakin benim sizlere naçizane tavsiyem, ekşili mercimek çorbasını denemeden Konyalı'dan ayrılmayın. Bu harikulade lezzetin sırrını bendeniz tabii ki anlayamadım, fakat bende bıraktığı izlenim şöyle bir şeydi: Gözlerimi kapayıp ağzımda ki çorbayla başbaşa kalmak istedim sevgili okurlar. Mercimeğin dokusu, çorbanın içinde kaybolmadan dolaşıyordu. Yer yer ufak nohut taneleri de vardı içinde. Ne çok sulu, ne de insanı bezdirecek kadar dolgundu. Nefisti. Daha iyi mercimek çorbası içtim mi? Sanmam. Tabii ki Hünkar'da içtiğim çorbaları da ayrı bir yere koyarım.
      8. Yufkalı köfte ise beni fazlası ile memnun eden bir ana yemek oldu. Belki tesadüf, ama çok doğru bir karar vermiştim onu sipariş ederken. Madalyon şeklinde köfteler  ve etraflarını çemenvari bir zerafetle çeviren yufkanın müthiş lezzeti. Yanında kıvamlı bir beğendi, azıcık da iç pilav. Gerçekten damağım bayram etti ve az sonra katılacağım toplantıya geç kalma pahasına ağır ağır, keyfine vara vara yedim bu yemeği.
      9. Ardından tatlı olarak höşmerim helvası söyledim. Ağızda dağılan pek hoş bir lezzeti vardı, ama diğer yediklerimin gölgesinde kaldı açıkçası. İleriki dönemlerde yapacağım ziyaretlerde başka tatlıları deneyeceğimden eminim.
      10. Diğer bir konu da, Konyalı Lokantası'nın çok ciddi bir şarap kavı olduğu gerçeği. Hızlı bir öğlen yemeği için yaptığım bu ziyarette şaraplarının tadına bakamadım , fakat yan masalara sürekli servis edilen şişeleri gördükçe içim gitti diyebilirim.
      Sonuç olarak, sevgili okurlar, yukarıda yazdığım yorumlardan da anlamış olabileceğiniz gibi, ben Konyalı Kanyon'da çok kısa ama harikulade bir yemek serüveni geçirdim. Hepinize şiddetle ama şiddetle tavsiye ederim. Gitmediyseniz mutlaka gidin. Bugüne kadar gitmemiş olmam tamamen benim eşekliğimdir.

      Konyalı Kanyon
      Kanyon - Büyükdere Cad. No:185 K:1 Levent - İstanbul
      www.konyalilokantasi.com 

      e-posta: kanyon@konyalilokantasi.com
      Tel:    0212 353 04 50
      Faks: 0212 353 04 49

      1 Haziran 2011 Çarşamba

      Yakup 2 Restaurant


      Şimdi size yıllardır gittiğim, mezelerin, muhabbetin ve rakının tavan yaptığı nice gecelerde takıldığım bir mekan olan Yakup'u anlatacağım. Yakup zaten çok bilinen bir meyhane olduğu için, bu yazıda tarihçesinden uzun uzun bahsetmek, detaylarla sizleri bayıltmak gibi bir amacım yok açıkçası. Çok ayrıntılı bilgi sahibi olmayanlar için, mekanın kurucusu Yakup'un, az ötedeki Refik ile yakın akraba olduğunu, hepsinin Karadenizli (bildiğim kadarıyla Çamlıhemşin) olduklarını söylemem gerekir. Zaten bugün Asmalımescit yöresinde meyhaneler Karadenizlilerden soruluyor.Yakup 1977'de kurulmuş, bugünkü yerine ise Yakup 2 adıyla 1982 yılında geçmiş. O gün bugündür, binlerce kişinin ziyaret ettiği, güzel anılarla ayrıldığı bir yer haline gelmiş.
      Mekan, şimdilerde insanların akın akın geçtikleri "meyhane üssü" Asmalımescit'in tam göbeğine konuşlanmış durumda. Bir yanında yine sevdiğimiz bir mekan olan Zeytinli Meyhane, tam karşısında ise bence İstanbul'un en iyi meyhanesi olan Asmalı Cavit var. (oraya sıra daha sonra gelecek). Adet şöyle: Kışları Yakup'un alt katındaki geniş salonunda muhabbet edilip rakılar yuvarlanırken, yazları, masalar üst kattaki kocaman terasa taşınıyor. Bu teras her sene biraz daha gelişti, güzelleşti, dayandı, döşendi ve yağmurlu günler de düşünülerek, üstüne kapanabilir bir sistem yapıldı. En son 27 Mayıs 2011 tarihinde ziyaret ettiğimde, bu terasta adım atacak yer yoktu, insanlar yer bulamıyor, turistler kapıda sıra bekliyordu. Bunun başlıca sebebinin, Yakup'un turistlere rehberlik etmek amaçlı kitaplara girmesini (Lonely Planet, Rough Guide gibi) bağlayabiliriz. 
      Bir de ön taraftaki sokağa bakan 6-7 masalık ön bahçesi var Yakup'un. Burası mekanın en prestijli ve "piyasa" bölgesi. Meyhanenin gediklileri burada ve her akşam aynı masalarda oturarak muhabbet ediyor ve gelen geçeni izleyip rakılıyorlar. Hep aynı masalara oturan bu kişilerin arasında yazarlar, gazeteciler, ressamlar ve Türk entelejensiyasından bilimum isme rastlamak mümkün. Bu isimlerden bazıları, Nedim Gürsel gibi, yazılarında da sürekli Yakup'tan bahsederek mekanın reating'ini tavana vurdurmuşlar zaman içinde.
      Okumakta olduğunuz bu yazıda, mekanın soğuk mezelerinden, ara sıcaklarından, ana yemeklerinden nispeten daha az bahsedecek, ağırlıklı olarak Yakup 2'nin atmosferinden ve müşterilere yaklaşımından söz açacağım. Bu minvalde sunacağım düşüncelerimden satırbaşları aşağıdaki gibidir:
      1. Yakup 2'nin mezeleri genelde gayet güzel diyebilirim. kalabalık bir grup ile gittiğinizde fiks menü yaptırabiliyorsunuz ve 10-12 adet soğuk meze getiriyorlar. Bu mezeler ortalamanın üzerinde bir lezzete sahip, fakat aralarında büyük bir yıldız yok. Acılı ezme, patlıcan salatası, şakşuka, haydari, mantar salatası, deniz börülcesi, börülce, kavun, beyaz peynir, fava, salata getiriyorlar masaya. Bunlardan hiçbiri için tadı aklımı aldı diyemem açıkçası.
      2. Ara sıcak faslında, eğer fiks yaptırdıysanız yaprak ciğer, muska böreği, tereyağında mantar getiriyorlar. Muska böreği standart, tereyağında mantar güzel, fakat ciğer için iki çift laf etmek gerekir. Çukur Meyhane'nin, Asmalı Cavit'in  ve Gedikli Meyhane'nin ciğerini yemiş adam Yakup 2'deki ciğerin yanından bile geçmez. Kuru ve kalın kesilmiş, lezzetsiz bir ara sıcak bu.
      3. Fiks menüde balık ve karışık et getiriyorlar. Karışık eti beğendim. Balıkta pek bir numara yoktu. Pek çok meyhanede yapıldığı gibi, artık yemeğin sonunda iyice sarhoş olan insanların yemeğin tadını nasıl olsa alamayacaklarını düşünüyor olmalılar.
      4. Yemeklere dair bir saptama yapmak gerekirse, fiks menü aldığınızda, çok etkilenmiyorsunuz. Meze tablasından seçerek ve a la cart sipariş vererek yerseniz çok daha mutlu olursunuz. (bu her yer için geçerli bir kural gibi duruyor, ama aslında değil. Gedikli Meyhane'de ya da Zeytinli'de fiks de hayli lezzetlidir örneğin.) Meze tablasında soslu balık, lakerda vs gibi daha performanslı mezeler seçebilirsiniz.
      5. Yakup'un en eleştiriye açık yanı, yemek servisindeki "adam seçme" tavrı olarak kabul edilmeli. Ben bazı ziyaretlerimde, mekanın gediklileri ile birlikte çok lezzetli yemekler yediğimi, farklı servis yapıldığını gördüm ve açıkçası buna bozuldum. Normalde mekanda tanınmadığım için, diğer gidişlerimde yemek ve servis kalitesi daha aşağıdaydı. Açıkçası ben, Yakup'ta adamına göre muamele yapıldığını düşünüyorum.
      6. Öte yandan, Yakup'un insanlara bu kadar çekici gelmesinin önemli sebeplerinden de bahsetmek lazım diye düşünmekteyim. Mekanın konumu, içindeki atmosfer, duvarlarındaki resimler, masaların yerleşimi, masaların arasında arı gibi çalışan garsonlar; gülen , konuşan, içen insanların neşeli kahkahaları mekanı büyülü bir yer gibi gösteriyor. Sigara içilmesine izin verilen dönemlerde şiddetli dumanaltı olan büyük salon, yasaktan sonra tertemiz, herkesin birbirini görebildiği bir yer haline geldi. Bu çok güzel.
      7. Diğer bir çekicilik unsuru, mekanın büyüklüğünden ötürü sunabildiği, Asmalımescit'teki çoğu meyhanenin alamayacağı büyüklükteki grupları barındırabilme kapasitesi. En son ziyaretimde iki tane 40 kişik masa olduğunu gördüm. Masaların ucu bucağı yoktu diyebilirim.
      8. Yukarında sözünü açtığım, meyhahenin sokağa bakan kısmı için de ayrıca bir parantez açmak gerekiyor. Yakup'un bu kısmında oturan adam, Asmalı'nın tam kalbinde yer alıyor, olan biten her şeyi görüyor. İsterseniz tek bir kelime etmeden bütün akşam oturun, gelen geçene bakın, her türden insanı, turistleri, takım elbiseli adamları, saçı sakalı birbirine karışmış meczubları, şık şıkıdım giyinmiş kadınları izleyin. Saatlerin nasıl geçtiğini anlamayacaksınız. Gece birden bitmiş gibi gelecek size.
      9. Fiyata gelince...Mayıs 2011 tarihinde yapılan son ziyaretimde fiks menü için 80 TL ödedim. Doydum mu? Evet! Limitsiz içki var mıydı? Evet! Günümüz standartları düşünüldüğünde normal bir fiyat olarak kabul edilmeli. Ne pahalı, ne de ucuz kanaatimce.
      Tüm bu söylediklerim neticesinde, Yakup 2 hakkında nihai bir fikir beyan etmem gerekirse, kendi adıma senede iki- üç defa davet üzerine gittiğim, havasını solumayı sevdiğim, yemeklerinden ise öyle çok da etkilenmediğim bir mekandır burası diyebilirim.

      Haftada bir meyhaneye giden adamsanız eğer, karşılaştırma şansınız olacağı için elbette daha iyisini bulursunuz.

      Senede iki defa meyhaneye giden adamsanız eğer, turistler gibi Yakup ya da Refik'e gitmeniz yerinde bir karar olacaktır.

      Hülasa-i kelam, turistlere tavsiye ederim. Meyhaneciler ise temkinli yaklaşsınlar.

      ASMALIMESCİT MAHALLESİ NO:35/37 BEYOĞLU
      TEL    0 212 249 29 25
      FAKS 0 212 251 31 81
      www.yakuprestaurant.com/

      27 Mayıs 2011 Cuma

      Mabeyin Restaurant

      Mabeyin Restaurant’ı, Altunizade Köprüsü’nün hemen yakınlarına konuşlanmış, hem Anadolu, hem Avrupa yakasından gelenler için kolaylıkla ulaşılabilecek, gerek asırlık binası, gerekse de yemekleri ile size keyif yaşatabilecek bir lokanta olarak tanımlayabilirim. Çok sık gittiğim bir mekan olmamakla birlikte, farklı tarihlerde üç kez ziyaret etmiş olduğum için, burayı artık aşağı yukarı tanıdığımı söylersem abartmış olmam.

      İlk Mabeyin ziyaretimin üzerinden neredeyse üç yıl geçmiş olmalı. Sonbahara rastlayan bir Ramazan günüydü ve bazı çalışma arkadaşlarımla beraber iftar yemeği için gitmiştik. Biraz kendimi zorladığımda bu yemeğin, pek hatırlı bir müşteri grubunu (kimdi onlar bir türlü anımsayamıyorum!) iftara çağırdığımız ve ikramlardan son derece memnun kaldığımız güzel bir anı olarak hafızama işlendiğini fark ediyorum.

      Mutfak düzeninden biraz anlayanlar, başarılı bir lokanta işletmek ile, banket yemeği yapma ustası olmak arasında büyük bir fark olduğunu bilirler. Herkese aynı yemeği, aynı kalitede, aynı zamanlama ile çıkarmak zordur! Nice iyi lokantaların, partiler, evlilik törenleri, iftar yemekleri gibi organizasyonlarda sınıfta kaldığını biliyorum. Mabeyin, her açıdan sınıfı geçebilecek bir mekan olduğunu, bana o iftar yemeğinde göstermişti. Zamanlama gayet iyi, yemek kalitesi yüksek, üstelik de kalabalığa karşın, garsonların müşterilere gösterdiği ilgi son derece kıvamındaydı.

      O zaman bende bıraktığı intiba, daha mütedeyyin kimselerin gittiği, içki servisi yapılmayan bir yer olduğu gibiydi. Ama çok yanılmışım! Sonraki iki ziyaretimde, bol bol şarap ve rakı içtiğimi ve içki menülerinin de bir et lokantası için fena olmadığını söyleyebilirim. Hele geçen sene yediğim fıstıklı kebabın yanında içtiğim Öküzgözü’nün bol tanenli lezzeti ve etle mükemmel uyumu hâlâ aklımda.

      Her neyse, lafı uzatmalım ve kurumun web sitesindeki kendi tanıtımından yaptığımız bir alıntı ile devam edelim: “Mabeyin, tarihte Padişahların misafirlerini kabul ettiği, ziyafetlerin verildiği bir mekan olarak bilinmektedir. 3 ayrı binadan oluşan mekan, bahçesinde asırlık çam ve manolya ağaçları, restore edilen iç yapısı ile tarihten gelen geleneğe sadık kalarak misafirlerine de aynı ziyafeti sunmaya devam etmektedir. 1958 Yılında Gaziantep’te başlayıp 1975 yılında Laleli’de Çavuşoğlu Kebap ve Baklava Lokantası olarak hizmetini sürdürmüş olup 2003 yılından itibaren Mabeyin Restaurant olarak hizmetine başlamıştır. Mekan 420 kişi kapalı alanda, 350 kişi bahçe düzeninde olmak üzere toplam 770 kişi kapasitelidir.”

      Bence lokantanın büyüsü, her ne kadar geniş, ferah ve her daim esintili olan bir bahçesi olsa da, aslında iç mekanından kaynaklanmaktadır. Asırlık tüm köşklerde hissedilen, eski zamanlardan kalma azamet duygusu, yemeğinizi yerken sizi yalnız bırakmaz. Mühim bir şeylerin parçasıymış gibi hissedersiniz kendinizi. Duvarlardaki tablolar ve apliklerden, tuvaletlerdeki aynalara kadar her şey “eski”yi taşır sizlere. Bu ortamda getirdikleri kebapların içine koyulduğu siniler, yemek sonrasında servis edilen Türk kahvelerinin cezvelerinin şekli gibi ince detaylar da dekorasyonu tamamlar.

      Yanlış anlaşılmasın, bu eski kokan ambiyansın içinde, asla ve asla fes ile dolaşıp servis yapan çocuklar göremezsiniz. Bu sığlığa kesinlikle düşülmemiş, ambiyans yaratma uğruna sirke benzeyen bazı lokantalarımızın yaptığı hatalar tekrarlanmamıştır. Garsonlar çakı gibidir. Herkes güleryüzlü ve müşteri ile son derece ilgilidir. Hatta zaman zaman sizi aşırı derecede şımarttıklarını bile söyleyebilirim.

      Gelelim yeme içme meselelerine: Mabeyin, Antep Mutfağının yöresel tatları,ızgara et ve kebap çeşitleriyle birlikte zengin zeytinyağlı ve meze menüsüyle hizmet veren bir lokanta olarak kendini tanıtan, kebap çeşitlerinden; Patlıcanlı Kebap, Alinazik, Fıstıklı Kebap, Mabeyin Sarma gibi, ayrıca mevsime bağlı olarak menüye dahil edilen Ayva Kebabı, Sarımsak Kebabı,Soğan Kebabı,Yeni Dünya Kebabı. Izgara et çeşitlerinden ise Antrikot, Kuzu Madalyon, Dana Pirzola ve Bonfile gibi çeşitleri de misafirlerinin beğenisine sunan bir lokantadır Ayrıca mekanın otuz yıllık markası Çavuşoğlu baklava ve diğer özel tatlılar ile de keyfinizi tamamlayabilirsiniz.(Ben denemedim, deneyenlerin yorumları olumluydu. Ona göre.)

      Ben bu gidişimde önden fındık lahmacun ve haşlama içli köfte, ana yemek olarak ezmeli kıyma kebabı ve tatlı olarak da dondurmalı sütlaç yedim. İçecek olarak da, sıcak bir yaz öğlen vakti olmasından ötürü buz gibi bira sipariş ettim. Antre ve tatlıyla ilgili çok yorum yapmayacağım , zira belirli bir standarda ulaşmış, ama başımı döndürmeyen yemeklerdi. Ana yemekte mideye indirdiğim kıyma kebabı ise, damağımda çok hoş tatlar bıraktı. Bir defa, satır eti olduğu her halinden belliydi kıymanın. Biraz yağlı ( o da hayatın tuzu biberidir), hafif de tuzlu (yoksa ne anlamı var yemenin) olduğunu söyleyebileceğim kebabın sunumu da bir sinide yapılmıştı. Ezme dedikleri, adının çağırıştırdığı şekilde mideyi inleten, acıdan gözleri yaşartan bir karışım olmaktan çok, domatesini doya doya hissettiğimiz sağlıklı bir sostu ve çok lezzetliydi. Kıymalar, köfte biçiminde yuvarlak kesilmişti. Mabeyin’e gidecekleri bu kebabı kesnlikle tavsiye ediyorum.

      İki kişi yeme-içme sonunda 124 TL gibi pek de azımsanamayacak bir hesap geldiğini belirtmek isterim. Fakat Mabeyin hiçbir zaman ucuz olma iddiasında bir mekan olarak tanıtılmadı zaten. Yine de fiyat/performans oranına baktığımızda bu rakamın yüksek olduğunu vurgulamakta fayda var. Muadili lokantalarda daha ucuza çıkılabileceğini söylersem yanılmış olmam.
      Çıkarken ayrı bir dükkanı ve girişi olan baklava ürünlerinden almamak için kendimi zor tuttum, zira görüntü mükemmeldi. Ama yaş da artık kemale erdiğine göre, tatlı meselelerinde kendimize hakim olmamız gerekiyor değil mi efendim?

      Sözün özü, Mabeyin, İstanbul’da son yıllarda sayıları hızla artan, sizlere kaliteli kebaplar, ara sıcaklar, mezeler sunan lokantalardan birisi. Diğerlerinden temel farkı ise, yemeğinin güzelliği ve damakta bıraktığı olağanüstü lezzetten ziyade, Mabeyin Restaurant’ın o güzeller güzeli, adına yakışır binası ve tarihin tüm izlerini taşıyan iç salonu.

      Bu tarihi ortamda lezzetli yemekler yemek, hoş ambiyansın keyfine varmak için, yolunuz Altunizade taraflarına düşerse mutlaka gidin derim.

      Mabeyin Restaurant

      Telefon : 0216 422 55 80

      Fax : 0216 32146 48

      Adres : Eski Kısıklı Cad. No:129 Kısıklı / İstanbul

      Eposta : info@mabeyin.com

      Yusuf Ustanın Yeri

      Yusuf Usta satır ile hazırlanmış lezzetli kebaplar yiyebileceğiniz az sayda mekandan birisi. İki kez ziyaret ettiğim bu lokanta hakkında iki kelime yazmasam olmazdı, diye düşünerek bilgisayarımın başına oturdum. İlk satırlar hemen dökülüverdi. İster inanın, ister inanmayın, orada yediğim kebabı anımsadığım zaman, ağzımın sulandığını hissettim. Çok nadiren karşılaştığım bu durumu şu an yaptığım rejime de bağlayabilirim.

      Yusuf Usta’ya ilk gidişimde bir Pazar günü öğlen yemeği için uğramıştım. Mekanın doluluğu hayret vericiydi. Aslında pek çok tanıdığımın duymadığı bir yer olsa da, Yusuf Usta, on seneyi aşkın süredir hizmet veren ve bulunduğu çevrede çok iyi tanınan bir lokanta. Gidecekseniz, kenarda köeşede kalmış bir yer muamelesi kesinlikle yapmayın, bilen biliyor çünkü. Yemeğe gitmeden önce arayıp rezervasyon yaptırmakta büyük fayda var. Zira bir Cuma akşamı rezervasyonum olmadığı için kös kös kapıdan dönmüşlüğüm var. Sonra gidip Develi’de lastik gibi kebaplar yediğim ve bin pişman olduğum o geceyi unutamıyorum.

      Yer nerede diye sorarsanız, Minibüs Caddesi’nde Kadıköy-Bostancı istikametine doğru giderken, sağa saparak girdiğiniz, Emin Ali Paşa Caddesi üzerinde, hemen karşınıza çıkacak. İlk vereceğiniz tepkki: “Burada bir lokanta mı varmış?” olacak. Hatta belki göremeyip yanından geçeceksiniz. İnsanları takip edin bulursunuz.

      İkinci gidişim hafta arası bir Perşembe akşamıydı ve mekan hıncahınç doluydu. Çok keyifli bir yemek yediğim bu gecenin detaylarını maddeler halinde hiç vakit kaybetmeden sizlerle paylaşmak istiyorum:

      Yusuf Usta’nın masalar arasında koşturması ve bazen bizzat servis yapması hala gözümün önünde. Yaşına rağmen bu kadar dinç olan ve işinin başında duran bu adamı alkışlıyorum.
      Buraya gittiğinizde mutlaka şalgam suyu içmelisiniz. Acısız ve acılı versiyonları birbirlerinden dünyalar kadar farklı. Açık turuncu olan acılı şalgamın gerçekten dudak şişiren cinsten olduğunu belirtmem gerekiyor.
      Önden gelen küçük lahmacun, minik pide, içli köfte, çiğ köfte için karışık hisler içerisindeyim. Zira lahmacun ve pide, her yerde yenebilecek cinsten, içli köfte “fena değil” kategorisinde, çiğ köfte ise son derece başarılı. Dolayısıyla önden ne söyleyeceğiniz konusunda seçici olun; hepsi aynı kalitede değil.
      Süzme yoğurt mutlaka söyleyin, son derece midevi bir etkisi oluyor ve kalitesi yerinde.
      İştah açıcı olarak çöp şiş söylemenizi öneririm. Alternatif olarak ciğer şiş de olabilir. Hatta yarımşar porsiyon ikisinden de alın, denemiş olursunuz. Ama abartmayın. Midenizde kebap için yer bırakın. Yusuf Usta’nın önerisi de bu yönde.
      Ana yemek için kebaptan şaşmayın. Kuzu etinden, satır ile ve kuyruk yağı ilave edilerek yapılıyor. Kalınlığı son derece tatminkar ve acısı yerinde. Gerçek kebap bu diyebilirim. Mutlaka yemeniz gereken bir şey varsa, Yusuf Usta’nın Yeri’nde Adana Kebap diye düşünebilirsiniz. Bu muazzam lezzetin tadına bakmayı ihmal etmeyin.
      Tatlı olarak künefe yedim ve çok hoşuma gitti. Bunu da tavsiye edebilirim.
      Olumuz hiçbir şey yok mu? Var tabii ki. Bazen garsonların aşırı ilgisiz ve kendi hallerinde olduklarını görüyorsunuz. İki gidişimde de dikkatimi çekti bu durum. Yusuf Usta’nın tavırları ve olağanüstü sempatisi bu açığı bazılarınız için kapatabilir.
      Mekanda sigara içiliyor ! Bu çok ciddi bir sıkıntı ve Türkiye’deki laçkalaşmanın iyi göstergelerinden biri. Belki kitaba uydurmuşlar, içilen yeri açık alan gibi göstermişler, falan filan. Ama basbayağı sigara içiliyor içeride. Rahatsız oldum.
      Fiyatların ucuz olmasını beklemeyin. Arz-talep ilişkisi burada devreye girmiş görünüyor. Mütevazi bir yemekle adam başı 50-60 arası çıkrsınız.
      Nihai yorumumu sorarsanız, Yusus Usta’nın yeri kaçırılmaması gereken bir yer. Burada kebap yiyip şalgam suyu içmenizi şiddetle öneriyorum.

      Yusuf Ustan’nın Yeri Adana Kebapçısı

      Eminali Paşa Caddesi No:65/3 Suadiye

      Tel: (0216) 463 51 36 / 37

      Yanyalı Fehmi Lokantası

      Yanyalı Fehmi çok bildiğim, yakından tanıdığım, Üsküdar’daki Kanaat gibi sık sık ziyaretine gittiğim bir lokanta değildir açık konuşmak gerekirse. Geçen gün kapısından girdiğimde, birkaç yıl önce geldiğimi anımsadığım bu lokantaya ilk defa alıcı gözüyle baktığımı da söyleyebilirim. Okuyacağınız bu yazı, bu kez konumunu, oturma düzenini, masaların simetrisini ve yemeklerin kalitesini daha dikkatli şekilde incelediğim bu son seferin yüzeysel izlenimleridir. Hakkını vererek değerlendirmek için Yanyalı Fehmi’ye ileride tekrar gideceğimi ve yorumlarımı zenginleştireceğimi de ekleyerek yazıma başlıyorum.
      Önce öyküsünden başlamakta fayda var: Yanya’dan göç eden Sipahioğlu eşrafından Hüseyin Horp’un oğlu 1891 doğumlu Fehmi Efendi, 1919 da Kadıköy’de saraydan ayrılma Bolu’lu Hüseyin Efendiyi baş aşçı yaparak lokantacılık mesleğine başlamış. Türk mutfağına önem vermiş, damak tadıyla, çeşnisiyle, verdiği hizmetle ün yapmış, Beyoğlu ve Sirkeci’de şube açarak (Şu anda yanlızca Kadıköy’deki yerinde hizmet vermektedir. Başka yerde şubesi yoktur.) herkesin takdirini kazanmış. Fehmi Sönmezler 1980 yılında Kadıköy’de vefat etmiş. Bıraktığı lokantası halen hayatta olan 5 çocuğundan Erdoğan-Engin Sönmezler ve Fehmi Sönmezler’in 3.üncü kuşak olan torunları Tansel-Can-Ergin Sönmezler tarafından devam ettirilmektedir.
      Yanyalı Fehmi Lokantası merkezi, herkesin ulaşabileceği bir konumda, Kadıköy Çarşı’da, iskelenin pek yakınında bulunmaktadır. İçeri girdiğim zaman beni derli toplu salonunda, düzgün camekanların ardında karşılayan yemekler iştahımı hemen ayağa kaldırmıştır. Kanaat’taki kadar geniş bir yelpaze bulunmasa da, birçok eski damak tadımızın bizi içeri böyle buyur etmesi hoş bir durumdur. Menu kalabalıktır: Dil, borç, paça, brokoli, domates, mercimek, kereviz çorbaları; Çerkez, paşa, kağıt, istim kebapları, şehriyeli kuzu güveç, hünkârbeğendi, kuzu çevirme, dalyan köftesi. Mercimekli börek, Özbek pilavı, mantarlı, safranlı pilav, yerelması, portakallı kereviz, elbasan tava, beyin tava, papaz yahni, Acem tavuğu, çiroz salatası ve tatlılar: İrmik helvası, aşure, saray tatlısı, badem tatlısı, höşmerim, un helvası, zerde.
      Bu kadar girizgâh yeter! Maceramıza dönelim: İçeri girip salona şöyle bir baktıktan sonra, önce ne istediğime karar verdim. Camekanın ardında olup bitenler kafamı karıştırabilirdi, ama buna izin vermedim. Brokoli çorbası, kağıt kebabı, yaprak sarma yeterli olacaktır diye düşündüm ve bahçe tarafına geçtim. Bahçe derken kış bahçesinden bahsediyorum aslında. İnanılmaz kertede kaotik dekore edilmiş, her yerinde başka bir obje sarkan, bir yanında maymun bibloları, öte yanında model uçaklar, duvarlarında yazılar olan, gözü çok çok yoran bir yerdi burası. Duvarlarda bazı özlü sözlerden oluşan yazılar ve eski İstanbul foroğrafları yer alıyordu. Kış bahçesinde, içinde alabalıkların yüzdüğü, içine her vakit şırıl şırıl su akan bir de havuz vardı. (niyeyse!) Açık konuşmam gerekirse gözüm o kadar yoruldu ki , bir an kalkıp gitmek istedim. Bu kadar karışıklığın neden yaratıldığının hiçbir cevabı olamazdı. Evet, Tophane’deki nargileciler gibi, Pakistan’daki kamyonlar kadar yorucu değildi, ama çok gereksizdi.
      Neyse ki yemekler geldi, dikkatim başka yöne kaydı ve enfes, kıvamlı brokoli çorbasını içtim, standart bir yaprak sarma yedim. Bana Kanaat’tekinden daha lezzetli gelen, patlıcan, kuşbaşı et, domates ve biberi ile büyüleyici bir uyum arzeden , mideyi rahatsız etmeyen bir bütünlük ve acı sergileyen kağıt kebabını yiyerek rahatladım. Yemekleri yerken, bir yandan da yazacağım yorumları düşündüm. İyiydi! Bunu yazabilirdim. Garsonların ilgisi çok fazlaydı, herkes güleryüzlüydü. Sahipleri sürekli masaların arasında koşuşturuyordu. Dekorasyon ne kadar yorucu ve yıpratıcı da olsa, güzel yemekler ve iyi servisle bir sıcaklık yayılmıştı içime. Yazı kafamda bu şekilde yazılmıştı. Ama olmadı ! Çünkü tatlıyı getidiler sonra. Peynir tatlısı dediler, mutlaka deneyin, pişman olmazsınız dediler. Ağzıma attığım ilk lokmayla birlikte içinde bulunduğum dünyadan başka bir yerlere sürüklendim sanki. Ağzımda dağılan, damağıma yerleşen kadifemsi peynirin tadı bana hiç bilmediğim, tanımadığım ülkelerin öykülerini anlatıyordu sanki. Böyle bir yoğunluk ve böylesi bir sıcaklık uzun zamandır yaşamamıştım.
      Evet sevgili okurlar, günümüzün sevilen tabiriyle “ezberimi bozdu” bu tatlı! Yazımı burada bitireceğim. Başka yorum yazmayacağım. Şu ana kadar kadar yazdıklarımı da tamamen unutun! Yanyalı Fehmi Lokantası’na gidin ve varsa bu peynir tatlısından yiyin. Bu kadar!

      View Larger Map

      Osmanağa Mah. Yağlıkçı İsmail Sok.
      No:1 Kadıköy / İstanbul
      0216 336 33 33
      0216 347 29 85
      http://www.fehmilokantasi.com/

      Zübeyir Ocakbaşı

      Zübeyir Ocakbaşı’na ilk gidişim, bizim Kaş ahalisi ile yeniden görüşmek için planlanan bir gecede gerçekleşti. Bendeniz Beyoğlu Ocakbaşı fanatiklerindendim doksanlı yılların sonunda. Orada bazen ocakbaşına oturup üstümün başımın yağ kokmasına aldırmadan kebapları mideme indirir, şişlerin cızır cızır yanmasını dinlenerek demlenirdim. Sonra bir şeyler oldu, araya iş güç girdi, başka mutfaklar ve sofralar girdi, bir acayip Asmalımescit müdavimliği girdi, kaybettim Beyoğlu Ocakbaşını.
      Zübeyir’e gitmeden once biraz araştırma yapmıştım doğal olarak. Yirmibeş yıldır bu işi yapan kurucusu Zübeyir Ertaş’ın, benim eski efsanem Beyoğlu Ocakbaşı’nın ustası olduğunu öğrenmiş, pek bir sevinmiştim. Tanıdık lezzetlerin içinde bir gece geçireceğimi düşünmüştüm. Ama yanılmışım ! Hafızama nakşolmuş Ocakbaşı tatlarından daha fazlasını bulacağımı bilemezdim tabii. Bu girizgâhtan da anlamışsınızdır, tıkabasa yediğim Zübeyir’in yemeklerinden çok memnun kaldım.
      Zübeyir’i bulmak için İstiklâl Caddesi’ne bağlanan Bekâr Sokak’ın sonuna kadar yürümeniz gerekiyor. Sokağın Tarlabaşı’na bağlandığı noktada üç katlı Zübeyir Ocakbaşı’nı görebilirsiniz. Kısa bir yürüyüşten sorna kendimi Zübeyir’in önünde buldum ben de. Kapıdan girmeden once, her zaman yaptığım gibi fotoğraf çektiğimi gören bir garsonun yanıma gelmesi ve “Nasıl yardımcı olabileceğini” sorması kötü bir başlangıçtı diyebilirim. Burası bir sokak ve ben de istediğim yerin fotoğrafını çekebilirim değil mi? Ardından içeri girip masama oturdum ve yemek faslı başladı.
      Bizim Kaş ahalisi masaya kurulmuş ilk rakılarını doldurmuştu ki, Nedret garsonu çağırıp açık ve net bir şekilde masanın donatılmasını ve çok özenli olunmasını istedi ve ekledi: “Biz çok gezeriz, her şey çok güzel olsun!” Garsonun cevabı da bir soruydu aslında: “Gurme misiniz Abi?” Nedret unutulmaz cevabı yapıştırıverdi: “Hayır, ayyaşız!”
      Gavurdağı salatası, közde patlıcan ezme, börülce, semiz otu, kabak ezmesi, yoğurtlu isot gibi mezelerin eşliğinde ilk rakılarımızı yudumladık. Benden size tavsiye, bunun yanında kaliteli bir şalgam suyu içmemek büyük bir hata olur, mutlaka isteyiniz.
      Sofra erbaplarının tavsiyelerini hiçe sayarak “çatalucu” ile yememiz gereken bu lezzetli mezeleri kıtlıktan çıkmışçasına yedikten sonra hepsinden birer tur daha ısmarladığımızı eklemeden edemeyeceğim. Siz siz olun, midenizde yer kalması için önden gelen bu güzelliklerden abartmadan yiyin.
      Mezelerimizi yer, rakılarımızı içerken arkada tanımadığım, bilmediğim, ama bana hayli hüzünlü gelen türküler çaldığını, bazı masalarda oturan ağır abilerin hüzünlenerek sigaralarını tüttürdüklerini gözlemlediğimi de anlatmam gerekir aslında. Zübeyir’in homojen bir müşteri kitlesi yok kesinlikle. Bir bakıyorsunuz kızlı erkekli üniversite öğrencileri, bir bakıyorsunuz Kurtlar Vadisi formatlı karanlık adamlar, bir masada Alevi Dedesi görünümlü zatlar, öte masada spor yazarları…Tuhaf bir Birleşmiş Milletler görüntüsü içinde kebap yeniyor, rakı içiliyor, bazen halk türküleri, bazen de Türk sanat müziği dinleniyor.
      Gelelim etlere…Beyti, Adana, kaburga, külbastı, çöp şiş, ciğer kebap gibi çeşitler geldi masaya. İnsanlığımızı kaybettiğimiz noktada, herkesin ana yemek yemesine karşın, ortaya kaburga da söyledik. Ne hikmetse beş kişi beş porsiyon da kaburga yemişiz. Tüm et yemekleri güzeldi ama, ne yalan söyleyeyim hayatımda yediğim en iyi kaburgalardan birini burada yedim. Ne çok etli, ne de et yönünden fakirdi. Yağı tam kıvamındaydı. Bendenizin çok sevdiği “kemiği sıyırma” aktivitesine pek bir uygundu. Tüm bunların üzerine adettendir diyerek ayva tatlısı da yedik ve ben de dahil, bazılarımız doğrudan Taksim İlkyardım’a gitmeyi teklif ettiler.
      Gece sonunda gelen hesap hiç de az değildi. Biraz bozurlur gibi olduk ve itiraz etme durumuna geldik, ama şimdi düşünüyorum da, ölçülü hesap, insan gibi yiyenlere gelmeli. Değil mi efendim? Biz o gece uzun süreli bir kıtlıktan çıkmışçasına gömüldük yemeklere.
      Zübeyir Ocakbaşı’nı herkese tavsiye ediyorum. Kaburgasını özellikle öneririm sevenlerine. Sakın rezervasyonsuz gitmeyin. Sayınız uygunsa ocakbaşında yer ayırtın. Çalan müzikle, garsonların ilgisiyle, lezzetli yemeklerle güzel bir gece geçireceksiniz. Eve geldiğinizde üzerinizdekileri doğru çamaşır makinesine atın ya da kuru temizlemeciye gönderin, zira o koku uzun süre çıkmayacaktır.


      İstiklal Caddesi Bekar Sokak
      No:28 Beyoğlu İstanbul
      0212 293 39 51

      Asır Restaurant

      Eski adı “Hasır” olan bu mekana bir hafta arası, Facebook’ta atıp tutan derin meyhane tayfasının şiddetli tavsiyelerine dayaranarak gittim. İstanbul meyhane çetelerinin Yedikule’deki Safa, Kurtuluş’taki Despina, Bostancı’daki Hatay gibi olmazsa olmazlarından birisi olan mekan yoğun bir “reenkarnatif nostalji” hissi yarattı bende. Daha önce gitmediğime hayret ettim, kendime öfkelendim, bir yandan da yanıbaşında hazine bulup sevinen insanlar gibi çocukça mutlu oldum.
      Bu yazıyı kaleme alırken uydurduğum “reenkarnatif nostalji” kavramını açmam gerekir diye düşünüyorum. Nostalji zaten herkesin yıllardır diline doladığı, her fırsatta, olur olmaz kullandığı bir kelime. Geçmişe duyulan özlem ya da buna benzeyen bir anlamı var diye düşünebilirsiniz basitçe. Bazen, salaş bir mekana gittiğinizde, Proustvari bir “an” yaşayabilirsiniz. Mekanın yıllanmış atmosferinde gördüğünüz bir obje, duyduğunuz bir ses, kokladığınız bir koku sizi eskiye götürür, senelerce önce yaşadığınız bir an gözünüzde canlanıverir. Bu sizde, zaman zaman nostalji hissi yaratabilecek bir yaşantıdır. “Keşke o günlere geri dönsem,” dersiniz içinizden. Genç olmayı istemekle karışık bir hasret içinizi kaplar, kalbinize bir miktar hüzün çöker.
      Asır Restaurant öyle bir yer ki, içine girdiğinizde, sanki zaman tünelinden geçip elli yıl öncesinde buluyorsunuz kendinizi. Bu çok hoş, insanı çepeçevre saran, kucaklayan bir duygu. Yine kendi kendinize, “O yıllarda olsaydım keşke” diyorsunuz. Fakat bendenizin yaşı tutmadığı ve elli yıl öncesini yaşamamış olduğum için, böyle bir nostalji duygusunu ancak ve ancak bir önceki hayatıma yönelik hissettiğim sonucuna vardım. Büyük olasılıkla bir önceki hayatımda ben de buna benzer meyhanelerde takılıyordum ve şimdi, kendimi Asır Restaurant’ta bulduğum zaman, bir zamanlar sürekli içtiğim yerleri anımsama duygusu beni sarıverdi. İşte yukarıda sayıkladığım “reenkarnatif nostalji” böyle bir şey sanırım.
      Dostlarla birlikte çok keyifli bir çilingir sofrasının başında geçirdiğim gecenin detaylarını maddeler halinde hiç vakit kaybetmeden sizlerle paylaşmak istiyorum:
      ***Asır’ın içine girer girmez kulağınızı okşayan Türk Sanat Müziği birden sizi yavaşlatıveriyor, adınlarınıza dikkat ediyorsunuz. Önce Zeki Müren’den sonra Müzeyyen Senar’dan, ardından Zekayi Tunca’dan birer tokat yiyerek mekana saygı göstermeye başlıyorsunuz.
      ***Garsonlar babacan, tipik eski dönem meyhane üstadları. Sizi karşıladıktan sonra, neler yiyeceğinizi gözünüzden okuyorlar.
      ***Duvarlar boydan boya hasır kaplı. Mekanın eskiden Hasır ismini taşıması ile bu durum arasında bağlatı kurmak için Einstein olmaya gerek yok.
      ***Mezeleri seçmek için içeri buyur ediyorlar sizi. Aradığınız her şey mevcut. Ben her gittiğim meyhanede yaptığım gibi patlıcan salatası söyledim. İyi meyhane patlıcan salatasından anlaşılır felsefesi ile mekanları birbiri ile karşılaştırıyorum yıllardır. Asır bu konuda sınıfı geçti. Salatanın içinde közlenmiş patlıcanın mis gibi konusunu duyduğum anda anladım bunu.
      ***Buraya gelenlere somon pastırması yemelerini şiddetle tavsiye ederim. Masada birlikte oturduğumuz dostlarım çatal ucuyla tadına baksa da, ben silip süpürdüm, yerken kendimden geçtim. Gerçek bir pastırma yiyormuşunuz hissini veren ama somonun da tadını muhafaza eden mükemmel bir lezzet damağımı kapladı.
      ***Güveçte gelen kokoreç de ilginç bir tada sahipti. Tıpkı peynir sufle gibi, ara sıcak babında yenebilecek bir yemek. İkisi de ağır değil, ikisi de rakıyla mükemmel bir uyum içinde dans ediyorlar.
      ***Hem Arnavut, hem de yaprak ciğer söyledik. Ben size yaprak yemenizi öneririm. Hiçbir yaprak ciğer bir zamanlar Çukur Meyhane’de kendimden geçerek yediğim ciğerin lezzetine ulamayacak olsa da, burada yediğimin tadı da güzel.
      ***Pilaki, topik, zeytinyağlı kereviz de yedik. Bence çok da çarpıcı bir özellikleri yoktu. Söylediklerimi dinleyin, bunların dışında bir şey deneyin, derim.
      ***Asır Tarlabaşı Bulvarı’nın üzerinde diyebileceğimiz bir konumda, Emniyet Müdürlüğü’nün tam yanına konuşlanmış, girişini bulmakta zorlanacağınız bir meyhane. Travestilerin, karanlık adamların cirit attığı bir sokağın girişinde.
      ***Mekanın sahibi ve garsonları sıcak ve insan canlısı kişiler. Serviste kusur etmiyorlar. Mekan 1945 yılında Niko Taş tarafından Hasır ismiyle kurulmuş. Bugün oğlu Hakkı Taş tarafından işletiliyor.
      ***Hasırla kaplı duvarlara asılmış, mekanı zamanında ziyaret etmiş ünlülerin fotoğrafları normalde beni rahatsız eden dekorasyon objeleri olmalarına karşın (bkz. Turgut’un Yeri – Beşiktaş Balıkpazarı), burada çok gözümü yormadılar. Aksine hoşuma bile gitti.
      ***Duvarda asılı kocaman “Sigara İçilmez” tabelasının önünde tüm masamızın fosur fosur sigara içmesi, yani buna izin veriliyor olması Asır için eksi bir puandı.
      Sözün özü, Asır Restaurant’tan memnun kaldım, havasını, müziğini, servisi, yemeklerini sevdim, iyi vakit geçirdim.
      Gittiğim en iyi meyhane miydi? Hayır. Ama kendimi çok iyi hissettiğim keyifli bir lokantaydı ve hayatınızda en az bir kere gidebileceğiniz bir yer olarak tavsiye ediyorum.
      Asır Restaurant
      Kalyoncu Kulluğu Caddesi
      No: 94 Beyoğlu İstanbul
      0 212 256 34 98
      http://www.asirrestaurant.com/